Bu yazıyı bir gün tekrar okursam ait olmanın ve kimseyi dinlemeden gittiğim yolun güzelliğini hatırlamak için de yazıyorum. Yıllarca "keşke" diye hatırladıklarıma şimdi "iyi ki" dediğimi kendi kişisel tarihime not düşmek için yazıyorum. Bir de geçen sefer sorduğum bir soruya en güzel yanıtı bulduğum için.
Yazı büyülü bir yolculuk. Her zaman yanı başında sana eşlik ediyor. Hayatımda okuduklarım ve yazdıklarım bir şekilde bana geri dönüyor ve sorularla kendimi bulmamı sağlıyor. En çok tıkandığım noktalarda bu blogda ya da günlüklerimin arasında kayboldum. Şimdi bulduğum ışığı daha da parlatmak için bilgisayarın başına oturdum.
"Farklılıklar mı güzel aynılıklar mı? Farklılığın çekiciliği, aynılığın müthiş uyumu. Hangisi doğru? Ya da ikisi aynı anda olabilir mi emin değilim sevgili okuyucu." diye yüksek sesle bir soru sormuştum.
Farklıyken ortak bir yerde kendi benliğinden uzaklaşmadığında bir doğru ortaya çıkıyormuş. Farklılığın çekiciliği ve ortak noktadaki uyum ile bir hayat ortaya çıkabilirmiş sevgili okuyucu. Orada hayatın en mucizevi keşfi varmış. Emek varmış, sevgi varmış, bir araya geldiğinde oluşturduğun bir "biz" varmış.
Şimdi kendimi karşıma alıp ona yazıyorum. Kendime. Omuzlarıma pıt pıt dokunup "Aferin kız!" diyorum. Ne iyi ettin de gözünü kapatıp bir yola girdin. Gözlerini sımsıkı kapatıp gitmen gereken o eve iyi ki geri yürüdün.

Biraz başa alalım bu hikayeyi. Bir gün bir masada bir arkadaşıma "En çok neyden pişmanlık duydun?" diye sormuştum. Bazen olur öyle. Kendine sormaktan korktuğun o soruyu hep başkalarına sorarsın. Başkalarının yanıtlarında küçük küçük kendi cevaplarını ararsın. O akşam aldığım yanıt "Hiçbir şey için pişman olmadım." olmuştu. Cevap karşısında hafifçe güldükten sonra içimden "Vay be'" demiştim. Pişman olmadan geçirilen bir hayat... Sonra soru hiç beklemediğim bir şekilde bana döndü. E şimdi ben hangi birinden başlayayım! Masadan usulca dağıldık. Aklımda tek bir soru kaldı o akşamdan "Hangisini anlatmam gerekiyordu!?"
Koskoca pişmanlıklarla dolu geçen yılların ardından insanın kendine itirafı çok zor oluyor. Orada bıraktığın bir yarım hayat ile yüzleşmek. Aslında başrol olduğun bir sahneyi terk etmenin acısı ile yaşamak. O saf mutsuzluk olan günlerde her şeye rağmen küçük bir umut aramanın direncini biliyorum. Hep geçecek deyip kendimi nasıl avuttuğumu.
Ne yapmak istediğimi, kendimi aramakla geçen yılların yorduğunluğunu anlatacak ne çok cümleler kurulur. Çoğu zaman o boşlukla baş başa oturduğum günleri anımsıyorum da aslında hepsi şimdiki Gizem'e giden bir yoldu. Sürüne sürüne gitmiş olmam belki de benim başarısızlığım.
Sonra bir gün bir şey oldu. Yüzüme çarptı belki de bunların hepsi. Gidilecek o yolu gitmeyerek çektiğim tüm 'keşkeleri' bir kenara koyup hayatımın direksiyonuna geçtim. İşte geldim, işte buradayım dedim oraya. Orası benim evim. Biliyorum burayı. Bahçesini ben sulamıştım. Ben ekmiştim bu bahçedeki umutları.
