kuğular etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kuğular etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Mart 2019 Cumartesi

Bir Devrin Hikayesi: Devir

Unutulmayacak olanlar kalır… Ya hatırlamayacaklarımız?”
Türkiye’nin belleğine kazınmış bir tarihtir 12 Eylül 1980. Hep büyük büyük cümlelerle anlatılır o dönem. Sanki siyah beyaz film gibidir tüm anlatılanlar herkes çok solcu veyahut çok sağcıdır ve politika herkesin en asli görevidir. “Hayır! Öyle değil”diyor aslında Devir bizlere. O devrin çocukları da vardı; darbeden,solculuktan, sağcılıktan anlamayan Ali ve Ayşe gibi oyun oynayan çocuklar,şarkılar, eşyalar, şiirler…
“Kelebekler Meclise”
Yazmanın insana iyi gelen tarafı Devir’de kendini çok iyi hissettiriyor. Kendinizde iyi olacak, iyiye inanacak bir güç buluyorsunuz. Bu güç çocukların saf masumiyetinden geliyor, romanın kahramanları olan sekiz yaşındaki Ali ve Ayşe’den.
1980 darbesini iki çocuk gözüyle anlatan Ece Temelkuran’ın Devir’deki başarısı da çocukların o saf sadeliği kadar etkileyici. 1980 Mayıs’ında başlayan hikaye darbeden sonra sonlanır. Bu süreçte okuyucu iki çocuğun kuğuları kurtarma macerasına tanık olur.Kuğuları kurtarınca Hüseyin Ağabeyi ve Birgül Ablayı da kurtaracaklarına inanan, insanın içini umut dolduran çocuklar Ali ve Ayşe. Meclis’e kelebekler girebilirse herkesin mutlu olacağına inanacak kadar temiz dünyaları var.

Devrin Haritası
Roman bir devri sosyal, kültürel ve politik olarak bütün bir şekilde ele alıyor. Şarkılar,dönemin magazinsel olayları, romandaki nesneler de okurken size eşik ediyor. Temelkuran,bir devrin haritasını çıkarmış bu romanda.
Yaşadıklarımız değil de onların kaydı bir yerde tutuluyordur nasılsa ama hatırlamayacaklarımızın kaydı… Unutulmayacak olanlar kalacak da bir de hatırlamayacaklarımız var.”
Devir’i okurken 1980 yılı çok tanıdık geliyor. O delirmişlikle bütünleşmiş siyasi tutumu bir yerlerden hatırlıyorsun. O delilik esnasında sıradan hayatlarımızdaki detaylar beliriveriyor. Kendi çocukluğunu düşünüyorsun. Unuttuğun bir köşede kalmış çakmakla bütünleşiyor anılar bazen, bazen de bir koku ile anımsıyorsun çocukluğunu. Romanın sonralarına doğru büyümüş senden, çocuk seni selamlıyorsun.
“Ben onun elini hiç bırakmam artık. Çünkü ağlayınca sesi hiç çıkmadı”
Bu cümleden sonra kısa bir süre romanı bıraktım. Elimizin ne kadar çok bırakıldığını hatırladım. Yapayalnız kalıp ne kadar çok ağladığımızı. O kadar ağlamanın ardından gelen susmaları. Susanlara ne kadar bağrıldığını düşündüm.
Devir aldıklarımızdan sonra biz ne devredeceğiz? Devir’in ana sorusu da bu aslında.Romanın geçtiği Ankara Kuğulu Park’ta kanatları alınan ve uçamayan kuğuların varlığı o dönemin gençliği ile de benzerlik taşıyor. Kanatları kırılan bir neslin çocukları Devir’de kendine yer edinmiş. Kuğuların kanatlarını alıp uçmayı unutturmak isteyen zalimlere inat Ali ve Ayşe’nin kuğuları kurtarma çabası yavaş yavaş anlatılıyor.
Korkmamak, Uçmak
Ali ve Ayşe kuğuları kurtarmak isterken diyorsun ki belki bizde ele ele tutuşursak Ali’nin Ayşe’nin elini tutması gibi… Bizde el ele verirsek kuğuları da, çocukları da kurtarabiliriz.
İnsanca yaşamak için, Aliler ve Ayşeler rahat oyun oynasın diye yeşil parklarda, Aliler şokellalı ekmek yesin diye, Hüseyin Abi ile Birgül Abla inandıkları hayatı yaşayabilsin diye, Ali’nin annesi de tiyatroya gitsin diye, kuğuların kanatları kırılmasın uçsunlar diye el ele vermeliyiz. Belki o zaman bizler de birbirimizin elimizi hiç bırakmayız, korkmayız. Korkmadığımız için ağlamayız. Ağlamadığımız için konuşabiliriz. Konuşabildiğimiz için devir edebiliriz kanatlanıp uçmayı ve uçarken yaşamayı.
Bu yazıma www.kulturoloji.com'dan da ulaşabilirsiniz.