30 Temmuz 2016 Cumartesi

Yaz Dizisi Romanı

Bazen  kafamızı ağrıtacak filmlerden, kitaplardan, hatta insanlardan kaçmak isteriz. Kütüphanemde sadece isminin etkilenip okumaya başladığım Danıelle Steel'in Yeni  Başlangıçlar romanı da bu şekilde kaçmak isteyenler için bir seçenek olabilir. Okumaya başladıktan sonra ilk işim Danıelle Steel hakkında bilgi toplamak oldu.  Romanları sekiz yüz milyondan satan yazarın dili oldukça basit ve yalın. Roman çoğu yerde o kadar basite indirgenerek anlatılmış ki ilk 50 sayfadan sonra romanın sonunu ön görebiliyorsunuz.

Roman Bill Thomas ve kızı Lily Thomas hayatı üzerinden gidiyor.Lily çocukluğunda beri kayak kaymaktadır ve bir gün kaza yaparak belden aşağısını kullanamaz hale gelir. Tekerlikli sandalye de yaşamaya mahkum olan genç kızın iradesi, azmi ve başarısı yazar tarafında o kadar büyük bir maddi zenginlikle anlatılmış ki o kadar imkan içerisinde insanın başarısız olma ihtimali yok sayılmış.


 Yazar Stell' de anne ve babası boşandıktan sonra babasıyla yaşamış ve  romanındaki sorunsuz baba-kız ilişkisi de sanırım buradan geliyor. Roman içinde geçen büyük büyük markalar, özel jetler, evler oldukça okuyucunun gözüne sokulmuş. Bu romanı okurken Ece Ayhan'ın "İnsan yarası yarasına denk olanı severmiş ancak" sözü aklıma geldi. Romandaki kahramanların duygusal ilişkileri de tam bir "yaraların denk gelmesi" durumu. Evet karakterlerin başına kötü şeyler geliyor ama bunların bir çoğu maddi imkanlar sayesinde atlatılıyor. 

Bu roman aynı bizim İstanbul köşklerinde geçen yaz dizisi gibi. Zengin, iyi ve güçlü bir adamın ve kızının güçlü hikayesi! Sonu ise oldukça klişe bir biçimde bitiyor:"Hayat güzel" . Evet sevgili okuyucum hayat güzel ama ne dizilerdeki ne de bu romandaki gibi kolay değil. Omurilik felçi insanlar için hayatın zorluğu romanda vurgulanıyor evet ama ardından gelen özel hocalar, özel eğitimler... Masalsı desem o da yok. Sanırım hayatın parayla, paranın getirdiği azim, şans ve bir de iyi bir insanın erdemlerini vurgulamak için yazılmış yaz dizisi romanı. Yazın "Yok ben şimdi hiiiiç kafamı yormiiciim" diyorsanız alın okuyun. Ben okudum. Şimdi düşünüyorum pişman mıyım diye? Değilim en azından maddi gücün iyi bir niyet olarak kullanılmasını izledim. Bir de denk düşen yaraları. 

28 Temmuz 2016 Perşembe

Kadraj Anından

Her şeyin şu andan daha güzel olduğunu düşünüyorken bu fotoğraf çıktı karşıma. Belki de bazıları için zaman geçmişte daha kötü ve yalnızdı. Kadrajıma konuk olan amcacım, umarım şimdinin güzelliğine ve kalabalıklığına sarılmışsındır.

24 Temmuz 2016 Pazar

Karpuz Yiyen Ölümlülere

Dışarıda o kadar kötü şeyler oluyor ki... Türkiye'nin, bizlerin yaşadığı değişimler sokaklarda görülür bir haldeyken ne yapacağımı ve ne düşüneceğimi kestiremediğim bir dönemde Çetin, Ender ve Nihal bana bir nefes oldu.



Çok eski iki arkadaş olan Çetin ve Ender'in arkadaşlarının kardeşi olan Nihal'e aşık olmasıyla başlar Bizim Büyük Çaresizliğimiz. Kitap, aşık olma, yaşam ve hayat üzerine derin tespitler barındırıken Barış Bıçakçı'nın Ankara'sına da şahit oluyoruz. Bu romanı okurken Ender ve Çetin'in Nihal'e olan aşkının altında yatan masumiyeti, çocukluğu ve büyük çaresizliklerini bir film izler gibi izledim. Okuduğum en yalın  romanlardan biri kesinlikle Bizim Büyük Çaresizliğimiz oldu.


"Benim aklım hep o günlerdeydi. Ne olmuştu o günlere? Yaşanan şeylere ne olur Çetin, nerede durur? Hatırlamaya ve belleğe ilişkin eğretilemeler beni kesmiyor. Tozlu tavan arasında girmek, eski bir sandığı açmak, sararmış bir defterin sayfalarını çevirmek falan diyorum, beni kesmiyor. Geçmişimizle bağlantı kurmanın tek yolu hatırlamak mıdır? Başka bir eylem yok mu, olamaz mı?"

Ender'in hatırlamak üzerinde düşünceleri insanı ister istemez geçmişe götürüyor.  Önünden bile geçmek istemeyeceği anılarla yaşarken buluyorsun kendini. 2 yıl sonra anlatmış Ender tüm olanları. 2 yıl önce sevgili okuyucu siz neredeydiniz? Bizler neredeydik?  Sahiden Çetin, yaşanan şeylere ne olur? Hatırlayınca ne olur anılarımıza? Bir gün kayıp mı olur yoksa hep bizimle kalır mı? 

Sonsuzluk... Biz ölümlülerin dünyasında hep bir sonsuz olma hayali yatar. Kimileri sonsuz olmak için yazar. Kimleri müzik besteler. Kimileri resim yapar. Kimileri hayır işlerine adar kendini. Çocuklara yardım eder yetiştirdiği çocuk ondan sonra da adını ansın diye. Kimileri ağaç diker o ağaç ondan sonra onun bir eseri olarak kalsın diye. Kimileri ibadet yapar bir başka dünyada sonsuz mutlu olmak için... "Başlayan ve biten şeyler Çetin, ölümlü olduğumu hissettiriyor bana, ölecekmiş gibi oluyorum" diyerek Ender'in de aslında ne kadar ölümlü olmaktan korktuğuna tanık oluyoruz. Çok acı aslında hayatımızın bir gün bitecek olması. Bu bitişi bilerek yaşamamız ise büyük bir cesaret örneğidir.


Keşke diyorum tüm dünya insanları ölümlü olduğunu bilerek yaşasa.  Belki de her şeyden geri kalan benim bu yazdıklarım, sizin okuduklarınız, izlediğimiz  filmler, diktiğimiz ağaç, yetişmesine katkıda bulunduğumuz çocuklar. Biz insanlar ölümlüyüz be kardeşim ölümlü! 

Kötünün bin bir çeşidine şahit olurken şu günlerde Çetin ve Ender'in hayat anlayışı "Kötü olduğumuzda en fazla susarız biz, birbirimize bakmayız. Karpuz yeriz" tavrı beni bu yazıyı yazmaya itti. 

Bu yazı sinirlendiğinde sessizce karpuz yiyen tüm ölümlülere ithaf edilmiştir. 


8 Mayıs 2016 Pazar

Yaşamaya ve Okumaya!



Üst not: Bu yazıyı uzun zamandır yazıp sadece taslak halinde bırakmışım. Bu da benim unutkanlığım. Bloğumu sürekli unutuyorum keşke daha fazla zaman ayırabilsem ama bu aralar bir nevi Santiago gibi kendi kişisel hazinemi de arıyorum. Bulduğumda, yani bulabilirsem elbet yazarım. . Yaşamak ve okumak. Şimdilik bu ikisi var hayatımda. Daha çok okumaya ve yaşamaya!


"Dünyanın ruhu insanların mutluluğuyla beslenir. Ya da mutsuzluklarıyla, arzuyla, kıskançlıkla. Kendi Kişisel Menkıbesini gerçekleştirmek insanların biricik gerçek yükümlülüğüdür. Her şey bir ve tek şeydir. Ve bir şey istediğin zaman, bütün Evren arzunun gerçekleşmesi için işbirliği yapar."

Paulo Coelho'nun 47 milyondan fazla satan ve yirmi altı dile çevrilen Simyacı'ya ait sözler bunlar. Endülüs'te çoban olan ve rüyasının anlamını keşfetmek, kendi hazinesini bulmak için yola çıkan Santiago'nun hikayesi okuduğumuz zaman, bu masalsı romanda kendinizden bir parçayı mutlaka bulacaksınız. Belki de kendinizi bulmak için okumalısınız Simyacı'yı.



Uzun zamandır okuduğum en güzel roman olan Simyacı'da mutlaka insan kendine ait bir şeyler buluyor. Kendi hayat hikayesini gerçekleştirmek isteyen Santiago'nun serüvenini okurken kendi kişisel hayatlarımızı, hikayelerimizi ister istemez düşünüyoruz. Yaşamın amacı nedir?, rüyalar, gerçek aşk, yazgı nedir, kaderimiz nedir gibi soruların cevabını romanda bulabiliyoruz.

"Yeryüzünde her insanın kendisini bekleyen bir hazinesi vardır" dedi yüreği delikanlıya "Biz yürekler, insanlar artık bu hazineleri bulmak istemedikleri için bunlardan ender söz ederiz." 

Santiago'nun yüreği ona bunları söylerken bizlerin yüreği bize ne diyor? En son ne zaman gerçekten yüreğimizin istediği gibi davrandık? Teknolojinin tüm duygularımızı esir aldığı, bizlere bir şekilde dayatılan hayatlarımızın, yaşantımızın dışına çıkarak ne zaman isteyerek gerçekten yaşadık? "Çünkü hayat, yaşamakta olduğumuz andan ibarettir ve sadece budur." 





Simyacı hayatı sorgulatırken bana Küçük Kara Balık'ı hatırlattı. Denizi merak edip gölünden çıkan Küçük Kara Balık'ın "Başka yerlerde neler olup bittiğini öğrenmek istiyorum" isyanı ve merakı Endülüslü çoban Santiago ile benzerlik taşıyor. Başka yerleri,başka hayatları merak edip yola çıkan Küçük Kara Balık ve Santiago umarım bir başka dünyada karşılaşır.

Hayatı gerçekten yaşayan, yüreğindeki hazineyi keşfeden ve onunla yaşayan insanlara, balıklara, çiçeklere dünyaya ihtiyacımız var. Bizi hayatın bu güzelliği kurtaracak!
Kitabın sonunu tabikide burada söylemeyeceğim. Eğer gerçekten bir masal okumak istiyorsanız, kendi kişisel hayatınızda belki bir şeyler değiştirmek ve yola çıkmak istiyorsanız buyrun efendim Santiago'ya kulak verin.


15 Şubat 2016 Pazartesi

Tatil Okumaları

Hazır dönem arası tatil diyerek okumaya bir türlü fırsat bulamadığım iki kitabı bitirdim. 



Zülfü Livaneli'nin hemen hemen bir çok kitabını okumuş biri olarak son romanı Konstantiniyye Oteli diğer romanlara göre benim için beklentimin aşağısında kaldı. Romanı okurken İstanbul, eski adıyla Kostantin hakkında bir çok bilgiye sahip oluyorsunuz. Gerek müzik gerek edebiyat gerekse de Gezi Direnişine değinen Livaneli bu kez yıllardır sahip olduğu kültür birikimini okurlarına sunuyor.

Bir gecede İstanbul'da ne olabilir sorusuna sayfalarca şimdiki zaman kahramanlarıyla yanıt ararken geçmişe dönüp Bizans'tan, Osmanlı'dan da yanıtlar alıyor. 

Bir şirkette üst düzey yönetici olarak çalışan Zehra'nın ana karakter olduğu roman akıcı diliyle okuyanların birçok hayata eşlik etmesini sağlıyor. Benim gibi geç kaldıysanız mutlaka bir an önce okuyun.


Diğer bir roman ise Fakat Bu Derin Bir Tutku Müzeyyen. Bu roman sayesinde ilk defa İlhami Algör okuma fırsatım oldu.Seda Mit'in hazırladığı kitabın kapak fotoğrafını çok beğendiğimi söyleyebilirim.

2014 yılında sinemaya da aynı isimle aktarılan roman, öykü yazarı olan kahramanın(kahramanın ismi romanda geçmiyor) ağzından aktarılıyor. Gerek eşyalarla gerek kendi yarattığı kahramanlarla konuşan yazarımız yine bir gün yazarken hikayesinin sonunu yazamaz. Zaten romanın ismi de yazarın karısı Müzeyyen ile hikayesinden bahsettiği zaman ki cümlesinde geçer"Fakat Müzeyyen, bu derin bir tutku". 

Çok kısa bir roman olmasına rağmen İlhami Algör'ün  akıcı ve yaratıcı olan uslubunu sevdim. Romanın sonunu burada yazmayacağım ama o derin tutkunun sonucudur belki her şey kim bilir?

2 Şubat 2016 Salı

Eski Fotograf

Gaziantep hatırası. Güneydoğu'nun  hanları, hamamları, yemekleriyle ünlü güzel şehirlerinden biridir. Mayıs 2015'ten.

29 Ocak 2016 Cuma

Uzun Bir Aradan Sonra

En son ne zaman bloğumu güncelledim bilmiyorum ama geçen zaman içinde buraya geliş amacıma uygun şeyler oldu. Stajım, okulum, kurslarım, sertifika programları hepsi daha iyi bir gazeteci olmak için bir adımdı. Bu süre içinde de buraya ne haber girebildim ne de okuduğum kitapları.
Belki artık daha fazla bakarım buraya çünkü okulumda son dönemine girdi. 2016 yılının ilk güncellemesini de böylelikle yapmış oluyorum. Buraya, yazmaya başlayacağım tezim, okuduğum kitaplar hakkında güncel şeyleri aktarabilmeyi amaçlıyorum.Güncel haber girmeyi daha çok isterdim ama okul bize "Haber yapma, kendi alanın dışında ödev yap." diyor.

Yazın tam istediğim gibi Cumhuriyet Gazetesinde Kültür-Sanat biriminde stjamı yaptım. Okulda verilen akademik bilgiler iyi bir gazeteci olmak için asla yetmiyor. Hatta bu bölümü okuyacaklara kesinlikle İstanbul'da ya da Ankara'da okumalarını tavsiye ederim. Stajım ise çok güzel geçti. Orada bana emek veren, mesleğim hakkında bir şeyler öğreten herkese minnettarım.

İnsan, son sınıfta geleceği hakkında daha da korkuyor. Gazetecilik okuyan biri başka ne yapabilir diye sorulan soruların cevabı bankacılığa kadar uzanıyor. Ama yapmayın! En azından bir süre herkes mücadele etmeli, sevdiği işi yapmalı. Basının durumu bu dönemlerde her ne kadar kötüyse de her zaman bir umut vardır.
Mücadele ve umut için denemeye değer.