Mezun olduktan sonrasını biraz yazmıştım. Biraz daha devam edip bir hayat nasıl monotonlaşır ve bunun üstesinden nasıl gelinir kısmını anlatacağım.
Mezuniyet hayatın en önemli kırılma eşiği. Ortalama 16 yıl okuduktan sonra iş hayatına benim gibi birden atlanıldığı zaman sonuçları sırasıyla heveslenme> merak etme>istek kaçması>ben her gün mü bu işi yapacağım>hayat böyle geçmez> geçerse de bari bi şeyler(?) yapalım evresinde ilerliyor. En azından benimki böyle ilerledi.
Türkiye'deki siyasi atmosfer ve her gün daha da dibi gördüğümüz bir ortamda gazetecilik yapmamaya karar vereli çok oldu. Sonrası da malum. Dijital ajans çalışanı olarak iş hayatına 'miirhiibbii' dedim. 3 yıl İstanbul dışında yaşayan biri olarak öncelikli bahsimiz nüfusumuzun kesinlik çarpı 5 arttığı. 'Acaba boş otobüs gelir mi?' sorunsalı ise her akşam kafamı kurcalayan en önemli konu başlığım. Gelmiyor okurlar! Her gün bu kadar insanın işe gidip gelmesi gerçekten düşündürücü. İş bile olmasa bu kadar insan dışarıda ne yapıyor allasen biri bana söylesin. İçimdeki sesler 'Şimdi herkesin bi hikayesi vardır, bunların kaçı kötü kaçı ruh hastası, kaçı gerçekten iyi insan' diye akıp giderken bir bakıyorum ki otobüs yarı boş bir vaziyette gelmiş. Yarı boş dediğim de yine ayaktayım ama insani şartlarda. Açıklayalım o şartlarımızı: Tutacak bir saptır, köşedir efendim veyahut bir metrekarede yaşama alanı şeklinde. Yaşam alanı ve tutacak bir yer olsun kafidir.
Üniversitede bir hocam vardı "İngilizce öğren, bilgisayar programları öğren" derdi. Ben sadece gazetelerde staj yaptım. Geriye bakınca muhtemelen yine aynı şeyleri yapardım ama beni okuyorsanız bu ikisini yaptığınız zaman her yerde iş bulma olasılığınız artar. Bu blogun yazarından ufak bir tavsiye olarak kalsın bu da.
"Ajansta ne yapılır ne edilir?" İlk aylar bu konulara merak sardım. Baya da bir şey öğrendim ama sanırım her işin bazı öğrenme süreçleri var ve onlar bitince benim gibi merakınızla yapmak isteğiniz iş paralel gitmiyorsa sonrası süreç tam bir monotonlaşma evresi. Bu noktada uzun uzun düşündüm. Her hafta okul günlerimdeki gibi arkadaşlarla kalabalık etkinlikler yapılmıyor. Gerek arkadaşlarınla ayrı şehirlerde oluşun gerekse tek bir pazar gününü nasıl değerlendireceğini düşünürken pazar gününü yemenle alakalı bir şey.
Bu soruna şimdilik tek çare buldum. Okumak. Tek bir pazar gününe sığdırdığım sosyalleşme sürecini hiç tanımadığım insanların nasıl gittiğini, nasıl kaldığını, neler yaptığını, gezip görenlerin nereleri gezdiğini okuyarak geçiriyorum. Okumanın, insana insanlardan daha iyi gelen bir tarafı var. Şimdilik okuyorum okuyup okuyup yine aynı şeyleri düşünüyorum "Hayat bu şekilde geçmez bi şey yapmalı"
Dipnotcuk: Uzun bir süre okuyacak kadar bile zaman bulamadığımdan yazamadım okuduklarımı. Şu an Türkiye İş Bankası Yayınlarından Turganyev'in Babalar ve Oğullarını okuyorum Güzel ve akıcı. Bu da ikinci tavsiyem olsun :)
25 Kasım 2016 Cuma
24 Eylül 2016 Cumartesi
Mezuniyet Sonrası Halet-i Ruhiye
Mezun olduktan sonra... Bu şekilde başlayacak cümlenin içi şimdilik dolmadı. Olamamış karpuz gibi geliyor veyahut erik. Nedeni ise hala bir umutla yanlışlıkla mezun olduğumu düşünüyorum. Sanki bir telefon gelecek ve ben okuduğum yere geri dönecekmişim gibi hissediyorum. Öyle bir özlem.
Gazetecilik bölümünü kazanırken çocukluk hayallerime kavuşacağım için hayatımda ilk defa mutluluktan ağlamıştım. Okul biterken dahi umutluydum. Bir umut hala var ama yapmak istediğim şeyin gazetecilik olmadığına karar verdim. Evet doğru bir bölüm ama yapmak istediklerim çok farklıydı. Ne yapsam diye uzun uzun düşündüm. Düşünürken iş aradım. Üretmeyi, yazmayı seven biri kısıtlanmadan ne yapabilir? Asıl mesele buydu benim için. Bunları düşünürken yolum dijital bir PR ajansı ile kesişti.Belki çok zaman alacak, çok çalışacağım ama gerçek işimin sadece yazmak, okumak ve gezmek olduğu günler de gelecek. İnanıyorum. Bugün değilse de bile bir gün mutlaka.
Çalışma hayatına bir çok kişiye göre erken atıldım. 21 yaşında okul bitti ve mezun olduktan 2 ay sonra iş buldum. Kulağa ne kadar şanslı geliyor değil mi? Şimdilik bana öyle gelmiyor sevgili okuyucu. Hala bir aklım okuduğum zamanlardaki hayatımda. Tabi bir taraftan da bir iş öğreniyorum ve adım adım gitmek istediğim yöne doğru ilerliyorum. En azından nasıl gidileceğini öğreniyorum.
Öğrenmenin gücü adına!
Okurken en büyük hayalim gerçekten mezun olmaktı. Mezuniyet sonrasında sanki her şey yeniden başlıyormuş gibi düşünürdüm. Yeni başlangıçları düşünüp üzülmezdim. Eğitim hayatım bittiğinde tahmin etmediğim bir hüzün beni sardı. 4 yıla o kadar güzel dostluklar, insanlar sığdırmışım ki İstanbul dışında geçen hayatımı bitirirken bir yanım anılarımda kaldı.
Çalışma hayatına bir çok kişiye göre erken atıldım. 21 yaşında okul bitti ve mezun olduktan 2 ay sonra iş buldum. Kulağa ne kadar şanslı geliyor değil mi? Şimdilik bana öyle gelmiyor sevgili okuyucu. Hala bir aklım okuduğum zamanlardaki hayatımda. Tabi bir taraftan da bir iş öğreniyorum ve adım adım gitmek istediğim yöne doğru ilerliyorum. En azından nasıl gidileceğini öğreniyorum.
Öğrenmenin gücü adına!
11 Eylül 2016 Pazar
Güneşi Yakalamak/Catch The Sun
Etiketler:
güneş,
güneşi yakalarken.,
sun,
sun the catch
30 Temmuz 2016 Cumartesi
Yaz Dizisi Romanı
Bazen kafamızı ağrıtacak filmlerden, kitaplardan, hatta insanlardan kaçmak isteriz. Kütüphanemde sadece isminin etkilenip okumaya başladığım Danıelle Steel'in Yeni Başlangıçlar romanı da bu şekilde kaçmak isteyenler için bir seçenek olabilir. Okumaya başladıktan sonra ilk işim Danıelle Steel hakkında bilgi toplamak oldu. Romanları sekiz yüz milyondan satan yazarın dili oldukça basit ve yalın. Roman çoğu yerde o kadar basite indirgenerek anlatılmış ki ilk 50 sayfadan sonra romanın sonunu ön görebiliyorsunuz.
Roman Bill Thomas ve kızı Lily Thomas hayatı üzerinden gidiyor.Lily çocukluğunda beri kayak kaymaktadır ve bir gün kaza yaparak belden aşağısını kullanamaz hale gelir. Tekerlikli sandalye de yaşamaya mahkum olan genç kızın iradesi, azmi ve başarısı yazar tarafında o kadar büyük bir maddi zenginlikle anlatılmış ki o kadar imkan içerisinde insanın başarısız olma ihtimali yok sayılmış.
Yazar Stell' de anne ve babası boşandıktan sonra babasıyla yaşamış ve romanındaki sorunsuz baba-kız ilişkisi de sanırım buradan geliyor. Roman içinde geçen büyük büyük markalar, özel jetler, evler oldukça okuyucunun gözüne sokulmuş. Bu romanı okurken Ece Ayhan'ın "İnsan yarası yarasına denk olanı severmiş ancak" sözü aklıma geldi. Romandaki kahramanların duygusal ilişkileri de tam bir "yaraların denk gelmesi" durumu. Evet karakterlerin başına kötü şeyler geliyor ama bunların bir çoğu maddi imkanlar sayesinde atlatılıyor.
Bu roman aynı bizim İstanbul köşklerinde geçen yaz dizisi gibi. Zengin, iyi ve güçlü bir adamın ve kızının güçlü hikayesi! Sonu ise oldukça klişe bir biçimde bitiyor:"Hayat güzel" . Evet sevgili okuyucum hayat güzel ama ne dizilerdeki ne de bu romandaki gibi kolay değil. Omurilik felçi insanlar için hayatın zorluğu romanda vurgulanıyor evet ama ardından gelen özel hocalar, özel eğitimler... Masalsı desem o da yok. Sanırım hayatın parayla, paranın getirdiği azim, şans ve bir de iyi bir insanın erdemlerini vurgulamak için yazılmış yaz dizisi romanı. Yazın "Yok ben şimdi hiiiiç kafamı yormiiciim" diyorsanız alın okuyun. Ben okudum. Şimdi düşünüyorum pişman mıyım diye? Değilim en azından maddi gücün iyi bir niyet olarak kullanılmasını izledim. Bir de denk düşen yaraları.
Roman Bill Thomas ve kızı Lily Thomas hayatı üzerinden gidiyor.Lily çocukluğunda beri kayak kaymaktadır ve bir gün kaza yaparak belden aşağısını kullanamaz hale gelir. Tekerlikli sandalye de yaşamaya mahkum olan genç kızın iradesi, azmi ve başarısı yazar tarafında o kadar büyük bir maddi zenginlikle anlatılmış ki o kadar imkan içerisinde insanın başarısız olma ihtimali yok sayılmış.
Yazar Stell' de anne ve babası boşandıktan sonra babasıyla yaşamış ve romanındaki sorunsuz baba-kız ilişkisi de sanırım buradan geliyor. Roman içinde geçen büyük büyük markalar, özel jetler, evler oldukça okuyucunun gözüne sokulmuş. Bu romanı okurken Ece Ayhan'ın "İnsan yarası yarasına denk olanı severmiş ancak" sözü aklıma geldi. Romandaki kahramanların duygusal ilişkileri de tam bir "yaraların denk gelmesi" durumu. Evet karakterlerin başına kötü şeyler geliyor ama bunların bir çoğu maddi imkanlar sayesinde atlatılıyor.
Bu roman aynı bizim İstanbul köşklerinde geçen yaz dizisi gibi. Zengin, iyi ve güçlü bir adamın ve kızının güçlü hikayesi! Sonu ise oldukça klişe bir biçimde bitiyor:"Hayat güzel" . Evet sevgili okuyucum hayat güzel ama ne dizilerdeki ne de bu romandaki gibi kolay değil. Omurilik felçi insanlar için hayatın zorluğu romanda vurgulanıyor evet ama ardından gelen özel hocalar, özel eğitimler... Masalsı desem o da yok. Sanırım hayatın parayla, paranın getirdiği azim, şans ve bir de iyi bir insanın erdemlerini vurgulamak için yazılmış yaz dizisi romanı. Yazın "Yok ben şimdi hiiiiç kafamı yormiiciim" diyorsanız alın okuyun. Ben okudum. Şimdi düşünüyorum pişman mıyım diye? Değilim en azından maddi gücün iyi bir niyet olarak kullanılmasını izledim. Bir de denk düşen yaraları.
28 Temmuz 2016 Perşembe
Kadraj Anından
Her şeyin şu andan daha güzel olduğunu düşünüyorken bu fotoğraf çıktı karşıma. Belki de bazıları için zaman geçmişte daha kötü ve yalnızdı. Kadrajıma konuk olan amcacım, umarım şimdinin güzelliğine ve kalabalıklığına sarılmışsındır.
24 Temmuz 2016 Pazar
Karpuz Yiyen Ölümlülere
Dışarıda o kadar kötü şeyler oluyor ki... Türkiye'nin, bizlerin yaşadığı değişimler sokaklarda görülür bir haldeyken ne yapacağımı ve ne düşüneceğimi kestiremediğim bir dönemde Çetin, Ender ve Nihal bana bir nefes oldu.
Çok eski iki arkadaş olan Çetin ve Ender'in arkadaşlarının kardeşi olan Nihal'e aşık olmasıyla başlar Bizim Büyük Çaresizliğimiz. Kitap, aşık olma, yaşam ve hayat üzerine derin tespitler barındırıken Barış Bıçakçı'nın Ankara'sına da şahit oluyoruz. Bu romanı okurken Ender ve Çetin'in Nihal'e olan aşkının altında yatan masumiyeti, çocukluğu ve büyük çaresizliklerini bir film izler gibi izledim. Okuduğum en yalın romanlardan biri kesinlikle Bizim Büyük Çaresizliğimiz oldu.
Ender'in hatırlamak üzerinde düşünceleri insanı ister istemez geçmişe götürüyor. Önünden bile geçmek istemeyeceği anılarla yaşarken buluyorsun kendini. 2 yıl sonra anlatmış Ender tüm olanları. 2 yıl önce sevgili okuyucu siz neredeydiniz? Bizler neredeydik? Sahiden Çetin, yaşanan şeylere ne olur? Hatırlayınca ne olur anılarımıza? Bir gün kayıp mı olur yoksa hep bizimle kalır mı?
Sonsuzluk... Biz ölümlülerin dünyasında hep bir sonsuz olma hayali yatar. Kimileri sonsuz olmak için yazar. Kimleri müzik besteler. Kimileri resim yapar. Kimileri hayır işlerine adar kendini. Çocuklara yardım eder yetiştirdiği çocuk ondan sonra da adını ansın diye. Kimileri ağaç diker o ağaç ondan sonra onun bir eseri olarak kalsın diye. Kimileri ibadet yapar bir başka dünyada sonsuz mutlu olmak için... "Başlayan ve biten şeyler Çetin, ölümlü olduğumu hissettiriyor bana, ölecekmiş gibi oluyorum" diyerek Ender'in de aslında ne kadar ölümlü olmaktan korktuğuna tanık oluyoruz. Çok acı aslında hayatımızın bir gün bitecek olması. Bu bitişi bilerek yaşamamız ise büyük bir cesaret örneğidir.
Keşke diyorum tüm dünya insanları ölümlü olduğunu bilerek yaşasa. Belki de her şeyden geri kalan benim bu yazdıklarım, sizin okuduklarınız, izlediğimiz filmler, diktiğimiz ağaç, yetişmesine katkıda bulunduğumuz çocuklar. Biz insanlar ölümlüyüz be kardeşim ölümlü!
Kötünün bin bir çeşidine şahit olurken şu günlerde Çetin ve Ender'in hayat anlayışı "Kötü olduğumuzda en fazla susarız biz, birbirimize bakmayız. Karpuz yeriz" tavrı beni bu yazıyı yazmaya itti.
Bu yazı sinirlendiğinde sessizce karpuz yiyen tüm ölümlülere ithaf edilmiştir.
"Benim aklım hep o günlerdeydi. Ne olmuştu o günlere? Yaşanan şeylere ne olur Çetin, nerede durur? Hatırlamaya ve belleğe ilişkin eğretilemeler beni kesmiyor. Tozlu tavan arasında girmek, eski bir sandığı açmak, sararmış bir defterin sayfalarını çevirmek falan diyorum, beni kesmiyor. Geçmişimizle bağlantı kurmanın tek yolu hatırlamak mıdır? Başka bir eylem yok mu, olamaz mı?"
Sonsuzluk... Biz ölümlülerin dünyasında hep bir sonsuz olma hayali yatar. Kimileri sonsuz olmak için yazar. Kimleri müzik besteler. Kimileri resim yapar. Kimileri hayır işlerine adar kendini. Çocuklara yardım eder yetiştirdiği çocuk ondan sonra da adını ansın diye. Kimileri ağaç diker o ağaç ondan sonra onun bir eseri olarak kalsın diye. Kimileri ibadet yapar bir başka dünyada sonsuz mutlu olmak için... "Başlayan ve biten şeyler Çetin, ölümlü olduğumu hissettiriyor bana, ölecekmiş gibi oluyorum" diyerek Ender'in de aslında ne kadar ölümlü olmaktan korktuğuna tanık oluyoruz. Çok acı aslında hayatımızın bir gün bitecek olması. Bu bitişi bilerek yaşamamız ise büyük bir cesaret örneğidir.
Keşke diyorum tüm dünya insanları ölümlü olduğunu bilerek yaşasa. Belki de her şeyden geri kalan benim bu yazdıklarım, sizin okuduklarınız, izlediğimiz filmler, diktiğimiz ağaç, yetişmesine katkıda bulunduğumuz çocuklar. Biz insanlar ölümlüyüz be kardeşim ölümlü!
Kötünün bin bir çeşidine şahit olurken şu günlerde Çetin ve Ender'in hayat anlayışı "Kötü olduğumuzda en fazla susarız biz, birbirimize bakmayız. Karpuz yeriz" tavrı beni bu yazıyı yazmaya itti.
Bu yazı sinirlendiğinde sessizce karpuz yiyen tüm ölümlülere ithaf edilmiştir.
8 Mayıs 2016 Pazar
Yaşamaya ve Okumaya!
Üst not: Bu yazıyı uzun zamandır yazıp sadece taslak halinde bırakmışım. Bu da benim unutkanlığım. Bloğumu sürekli unutuyorum keşke daha fazla zaman ayırabilsem ama bu aralar bir nevi Santiago gibi kendi kişisel hazinemi de arıyorum. Bulduğumda, yani bulabilirsem elbet yazarım. . Yaşamak ve okumak. Şimdilik bu ikisi var hayatımda. Daha çok okumaya ve yaşamaya!
"Dünyanın ruhu insanların mutluluğuyla beslenir. Ya da mutsuzluklarıyla, arzuyla, kıskançlıkla. Kendi Kişisel Menkıbesini gerçekleştirmek insanların biricik gerçek yükümlülüğüdür. Her şey bir ve tek şeydir. Ve bir şey istediğin zaman, bütün Evren arzunun gerçekleşmesi için işbirliği yapar."
Paulo Coelho'nun 47 milyondan fazla satan ve yirmi altı dile çevrilen Simyacı'ya ait sözler bunlar. Endülüs'te çoban olan ve rüyasının anlamını keşfetmek, kendi hazinesini bulmak için yola çıkan Santiago'nun hikayesi okuduğumuz zaman, bu masalsı romanda kendinizden bir parçayı mutlaka bulacaksınız. Belki de kendinizi bulmak için okumalısınız Simyacı'yı.
Uzun zamandır okuduğum en güzel roman olan Simyacı'da mutlaka insan kendine ait bir şeyler buluyor. Kendi hayat hikayesini gerçekleştirmek isteyen Santiago'nun serüvenini okurken kendi kişisel hayatlarımızı, hikayelerimizi ister istemez düşünüyoruz. Yaşamın amacı nedir?, rüyalar, gerçek aşk, yazgı nedir, kaderimiz nedir gibi soruların cevabını romanda bulabiliyoruz.
"Yeryüzünde her insanın kendisini bekleyen bir hazinesi vardır" dedi yüreği delikanlıya "Biz yürekler, insanlar artık bu hazineleri bulmak istemedikleri için bunlardan ender söz ederiz."
Santiago'nun yüreği ona bunları söylerken bizlerin yüreği bize ne diyor? En son ne zaman gerçekten yüreğimizin istediği gibi davrandık? Teknolojinin tüm duygularımızı esir aldığı, bizlere bir şekilde dayatılan hayatlarımızın, yaşantımızın dışına çıkarak ne zaman isteyerek gerçekten yaşadık? "Çünkü hayat, yaşamakta olduğumuz andan ibarettir ve sadece budur."
Simyacı hayatı sorgulatırken bana Küçük Kara Balık'ı hatırlattı. Denizi merak edip gölünden çıkan Küçük Kara Balık'ın "Başka yerlerde neler olup bittiğini öğrenmek istiyorum" isyanı ve merakı Endülüslü çoban Santiago ile benzerlik taşıyor. Başka yerleri,başka hayatları merak edip yola çıkan Küçük Kara Balık ve Santiago umarım bir başka dünyada karşılaşır.
Hayatı gerçekten yaşayan, yüreğindeki hazineyi keşfeden ve onunla yaşayan insanlara, balıklara, çiçeklere dünyaya ihtiyacımız var. Bizi hayatın bu güzelliği kurtaracak!
Kitabın sonunu tabikide burada söylemeyeceğim. Eğer gerçekten bir masal okumak istiyorsanız, kendi kişisel hayatınızda belki bir şeyler değiştirmek ve yola çıkmak istiyorsanız buyrun efendim Santiago'ya kulak verin.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)