İletişim yayınlarından 2009 yılında çıkan Iraklı Kadınların Anlatılmayan Öyküsü adlı kitap Irak'taki kadınların durumunu geniş bir tarihi perspektifle bize sunuyor. Yazar Nadja Sadig Al- Ali University of Exeter ve Arap-İslam Araştırmaları Enstitüsünde sosyal antropoloji dersi veren bir öğretim görevlisi. Kendi Iraklı kimliğini keşfetme sürecini de anlattığı kitabında 1948-2006 yılları arasında Irak'ta meydana gelen değişimleri kadınlar üzerinde ele alıyor.
Kitabının amacını Al-Ali şu şekilde anlatıyor: "Iraklı kadınların yaşam öyküleriyle deneyimlerini temel alarak bir ya da birden çok alternatif tarih inşa etmeye çalışıyor" 1948'den başlayarak 2006 yılına kadar Irak'ta birçok hükümet değişti ve savaşlar yaşandı. Farklı kimliklerden ve dinden insanların bir arada yaşadığı Irak zamanla birlikte değişimler yaşarken bu değişimlerin kadınlar üzerinde nasıl etki yarattığı kitapta anlatılıyor. Bu çalışması için yazar 100'den fazla Iraklı kadınla konuşup bir kısmının hikayesine kitabında yer verdi. Tarih sahnesi devamlı değişirken kadınların yaşama azmi her durumda ne olursa olsun yeniden başladığı ve iktidarların kadınlar üzerindeki politikaları akıcı bir dille okuyucuya sunuluyor.
Kadınlar ne yapmalı?
Kadınların ne yapması gerektiği nasıl davranıp nasıl davranmaması gerektiğinin bile iktidarlar tarafından çizildiğine ve bunların yaşama nasıl adapte edildiğine kitaptaki yaşanmış hatıralar gözler önüne seriyor. Erkeklerin dahi egemen sistemde nasıl olması gerektiğinin belirlendiği bir sistemin zalimliği insanı tedirgin ediyor "Baas döneminde Iraklı erkeklerin çoğunluğunun bıyıklı olmaları, yalnızca yönetime sadakatin ya da sadık görünmenin simgesi değildi, Iraklı kadınlar da erilliği, gücü ve iyi görünümü bıyık ile özdeşleştirmeye başlamıştı"
Özellikle Saddam döneminde yaşanan katliamlar, ölümler, kadınların iş yaşamından ev yaşamına geri gönderilişi hafızalardan unutulmaması gereken bir dönem. Benim geç fark ettiğim bu kitabı her gün bir kadının öldürüldüğü ülkemizde hepinizin okumasını tavsiye ederim.
21 Mart 2015 Cumartesi
15 Mart 2015 Pazar
Üniversite yanındaki köy: Kabaoğlu
28 haneli
köy olan Kabaoğlu köyü halkı bakkal, sağlık ocağı, okul gibi temel
ihtiyaçlardan yoksun. Geçimini tarım ve hayvancılıkla sağlayan köy sakinleri
ise yaşamlarından memnun gözüküyor.
Kocaeli
Üniversitesi’ne giderken üniversiteye varmadan önce ufak tefek köyler göze
çarpıyor. Üniversitenin yakınındaki köylerden biri olan Kabaoğlu köyünü ziyaret
etmek yola çıkıyoruz. Köyün girişinde karşılaştığımız Ali Kahraman, üniversite
hastanesinde görevli bir işçi. Köylerinin tarihini anlatmasını istediğimizde
Kahraman, büyüklerinden duyduklarını bize aktarıyor: “Burası eski bir Osmanlı
köyü. 100-150 yıl önce bizler gelmeden önce burada Rumlar varmış. Onlar
yakmışlar köyü öyle terk etmişler. Sonra bizim dedelerimiz gelmiş yerleşmiş.
Bende burada doğdum büyüdüm”
İsimsiz dede
‘Köyü
en güzel orada en çok yaşayan bilir’ diyerek Kabaoğlu köyünün en yaşlılarından
biri olan 1937 doğumlu bir dede ile sohbet ediyoruz. Yabancılara karşı temkinli
olan dede bize adını ve fotoğrafını vermek istemedi. “Önceden derlerdi Rumlar
vardı burada. Ben bilmem belki benden büyükler yaşasaydı bilirdi. Ufak yer
burası her yere ulaşım da kolay. Ya otobüse biner gidersin şehir merkezine ya
da kendi traktörünle gidersin. Yaşamak kolay !” diyen dede durumundan memnun
olduğunu söyleyerek konuşmasını bitirdi.
Kabaoğlu
köyünde ilkokul yok. Taşımalı eğitim ile çocuklar okula gidip geliyor. İçme
suyu şebekesi var ama kanalizasyon şebekesi yok. Sağlık ocağı, market ya da bakkalında
olmadığı köyde toplam 28 hane var. Köy
sakinlerinden İbrahim Azak ile konuşuyoruz. Azak’da diğer köy sakinleri gibi
hayatından memnun. Tarımın azaldığını, Kocaeli Üniversitesi kampüsunun buraya
taşındığından beri yönlerin açıldığını ve hareketlenmenin olduğunu söyleyen
Azak, üniversitenin iş imkanlarını da arttırdığını belirtti.
Ekmek parası
55
yaşındaki manav Nejdet Kocaman ile geçim kaynakları hakkında bir dut ağacının
altında sohbet ediyoruz. Kocaman, artık
seracılığın yaygın olduğunu söylüyor ve bunun nedenini yakınlarında açılan çöp
fabrikasına bağlıyor. “Toprağa ektiğimiz zaman güneşte yanıyor ekinler. Önceden
daha güzeldi. Artık çöp fabrikasından
dolayı ağaçlar bile büyümüyor. 10 yıl öncesindeki verimle şimdiki aynı değil”
diyen Kocaman küçükbaş hayvancılığın köyde yaygın olduğunu ifade etti.
Kocaeli
Üniversitesi Umuttepe yerleşkesi yolunda bahar ayı itibariyle meyve satan Kabaoğlu
köyü sakini yaşlı teyze ve amcalar ile karşılaşılır. Köyden ayrılırken erik
satan teyze ile karşılaşıyoruz. Günlük satışından memnun olan teyze bize de
eriklerinden ikram edip yoluna devam ediyor. Bir üniversite yanında kurulu olan
ama içinde ufak bir bakkalı bile olmayan Kabaoğlu köyüne eriklerimizi yiyerek
veda ediyoruz.
9 Mart 2015 Pazartesi
Kültür Kesişimi: Fener!
Müslüman,
Hrisiyan ve Musevi birçok insanın farklı zamanlarda kimi zaman beraber kimi
zaman ayrı yaşadığı ve yaşarken bıraktığı kültür izlerinin hala durduğu Fener
semti zamanın gerçek tanığı olarak
karşımıza çıkıyor.
Bizans döneminde Haliç kıyısında bulunan bir fener
semtin Fanarion adıyla anılmasıyla günümüzdeki ismini alan Fener semti var
olduğu yıldan şu zamana kadar birçok kültürün birleştiği yer oldu. Porta
Fari(Fener Kapısı) olarak adlandırılan kapıyla Bizans döneminde Fener'e giriş
mümkünken bu kapı günümüze ulaşamadı. 17.yüzyılda Fener, kesme taştan evleri ve
zengin süslemeli bina cepheleriyle seçkinlerin ve burjuvaların tercih ettiği
bir mekan oldu. Osmanlı döneminde ise Rumlar ve varlıklı Musevilerin oturduğu
Fener sahil kesimi 19.yüzyılda varlıklı Rum ailelerinin yalılarına ev sahipliği
yaptı. Izgara planlı sokak yapısı, kagir evlerden oluşan doku 19.yüzyılda çıkan
yangınlardan sonra oluştu.
Göç
ve semt
20.yüzyılda tamamen gayrimüslimlerin yaşadığı bir
yer olan Fener'de yıl 1923'ü gösterdiği zaman değişim rüzgarları esmeye
başladı. İstanbul'da galip devletlerce kurulan işgal yönetimi kalkınca birçok
Rum aile Yunanistan'a göç etti. Tarih sahnesinde olanlar Fener'e yansımaya
devam etti. Yıl 1955:6-7 Eylül. İstanbul'da birçok Rum vatandaşın ev ve iş
yerleri tahrip edilince Rum nüfusu İstanbul'un başka bir semtine ya da
Yunanistan'a gitti. 1980 yılında dönemin belediye başkanı tarafından Fener'de
18.yüzyıldan kalma son taş binaların büyük bir kısmı ile Balat İskelesin'nin de
bulunduğu Haliç kıyısındaki binalar geniş ölçekli bir program çerçevesinde
yıkıldı. Bu uygulamadan kıyı surlarının dışında sadece bir kaç tarihi yapı
kurtulabildi. Bugün harap haldeki bu yapıların küçük bir bölümü Avrupa Birliği
fonlarıyla onarılmaktadır.
Günümüzde Fener'e adım attığınız anda metropol
İstanbul'un farklı bir yüzü açığa çıkıyor. Mahalle kültürünün devam ettiğinin
hemen farkına varılan, güneydoğu ve kırsal alanlardan göçen Müslüman bir nüfusu
barındıran semt mimarisi ile dikkat çekmekle birlikte birçok kültürel yaşamı
harmanlıyor. Fener sokaklarında 58 yaşındaki Rıfat Sarıbal ile karşılaşıyoruz.
1978 yılında 1 yıl çalıştığı ve şuanda kapalı olan kantar-baskül fabrikasını
ziyaret etmek için geldiğini söyleyen Sarıbal, Macar Asıllı patronu Muzaffer
Müler'i büyük bir saygıyla anıyor. Yıllar sonra mahallesine geri döndüğünde
birçok yapının yerinde olmadığını görünce büyük bir hayal kırıklığına uğrayan
Sarıbal "Zaman çok şey alıp götürse de buranın sıcaklığı hala aynı"
dedi.
Mekan
ve zaman
Fener'de dikkat çeken tarihi yapılardan birisi de
Fener Rum Patrikhanesi. 6.yüzyıldan itibaren Hristiyanlık alemindeki dini
tartışmaların önemli bir kesimini oluşturup Ortodoksluğun merkezi olan
Patrikhane, 1602 yılında Ayios Yezyios(Aya Yorgi) manastırına yerleşti ve
faaliyetlerine burada devam etti. Tarihin birçok dönemine tanıklık eden
Patrikhane hakkında bilgi almak için Fener sokaklarını arşınlıyoruz. Ara
sokaklarda yol tarifi almak için yardım istediğimiz sırada 12 yaşlarında roman
bir çocuk atladı "Abla hafta sonu ayin çekiyorlar belki kapalı
olurlar!" Çıkan yangınlar, giden komşular Fener sokaklarında değişim
rüzgarlarını estirse de mahalle kültürünü alıp götürmemiş.
Fener Rum Patrikhanesi'nde kapı güvenliğinden
sorumlu Hristofi Hirolis ile konuşuyoruz. Hirolis 1998 yılından beri
Patrikhane'de çalışan bir personel. 36 kişiyle patrikhanenin hizmet verdiğini
söyleyen Hirolis, "8 kadın, 5 aşçı, 4 tesisatçi-bahçıvan, 4 şoför var.
Gerisi patrikhane personeli" dedi. Güvenlik sorunu ve geçmiş yıllar
hakkında biraz içlenerek konuşuyor Hirolis: "Bizde güvenlik diye bir şey
yok. Önüne gelen girebilir. Tabi şüphelendiğimiz kişileri çeviriyoruz veya
müsait değil deyip içeri almıyoruz. İçkili olanları, berduş halde olanları
almıyoruz bir bahane bulup dışarı çıkartıyoruz. 6-7 yıl önce bazı sorunlarımız
vardı. Milliyetçiler geliyorlardı. Yürüyüş yapıyorlardı burada. Patrikhaneyi
istemiyorlardı. Artık böyle bir sorunla karşılaşmıyoruz"
Gidenler-kalanlar
Hirolis ayin günleri hakkında şunları kaydetti:
"Her gün ayin oluyor. Sabah sekiz, akşam dört, dört buçuk. Cumartesi pazar
akşam dört. Pazar günü büyük ayin olur. Patrik katıldığı zaman öğlen bir, bir
buçuğa kadar sürer. Patrik sabah dokuz buçuk da iner. Kilise sekiz buçuk da
başlar. Patrik geldiği zaman konuşmalar yapar. Misafirler geldiği zaman birer
ufak hediyeler dağıtır. Bayramlarda bizim yortu derler ayinler uzun sürer.
Dualar sabah yirmi dakika, yarım saat. Akşam da öyle. 6-7 Eylül olaylarında
Rumların yüzde doksanının gittiğini söyleyen Hirolis, şuanda kalan yerli
İstanbullu Rum sayısının iki bin kişi kadar olduğunu belirttiği sırada gözleri
dolu dolu "Onlarda altmış yaş ve üstü. Gençlik pek kalmıyor, gidiyor"
dedi.
Çalıştığı süre içerinde dikkatini en çok çeken ve
hatırladıkça üzüldüğü olayı şöyle anlatıyor Hirolis "2002-2003 yılında
arkadan taşlar atarlardı. El bombası atarlardı. Evler yüksek oradan bıraktım mı
direkt bizim avluya düşerdi demir parçaları, şişeler... Birkaç kişiyi yakaladık
ama kötü hatırlanan olaylardı" Patrikhaneden ayrılırken Hirolis ve arkadaşları
geçmiş yılları günümüze taşıyan o hep hatırlanan ve hatırlandıkça özlenen eski
İstanbul özlemini giderdi. Fener'de tarihin ortasında kendimizi hatırladık. O
hep hatırlanan ve unutulan sıcaklığı.
Etiketler:
balat,
balat tarihi,
eski,
eski semtler,
eski zaman,
fener,
fotoğraf,
gazetecilik,
iletişim,
rumlar,
semtler
7 Mart 2015 Cumartesi
Hayatım, Haberlerim
Aslında uzun zamandır var olan bu bloğu ne için kullanacağımı uzun zamandır düşünüyordum. Bir iletişim fakültesi öğrencisi ne yapabilir ne yazabilir diye kafa yorarken 3 yıldır okuduğum bölümde çokça şey biriktirdiğimi fark ettim. Haberlerim, röportajlarım, gittiğim galeriler, yazdıklarım, haber yaptıklarım ve yapacaklarım. Yazılacak ve anlatılacak epey macera ve anılar var. Buraya hepsini koyacağım artık. İyi okumalar!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)