En son ne zaman bloğumu güncelledim bilmiyorum ama geçen zaman içinde buraya geliş amacıma uygun şeyler oldu. Stajım, okulum, kurslarım, sertifika programları hepsi daha iyi bir gazeteci olmak için bir adımdı. Bu süre içinde de buraya ne haber girebildim ne de okuduğum kitapları.
Belki artık daha fazla bakarım buraya çünkü okulumda son dönemine girdi. 2016 yılının ilk güncellemesini de böylelikle yapmış oluyorum. Buraya, yazmaya başlayacağım tezim, okuduğum kitaplar hakkında güncel şeyleri aktarabilmeyi amaçlıyorum.Güncel haber girmeyi daha çok isterdim ama okul bize "Haber yapma, kendi alanın dışında ödev yap." diyor.
Yazın tam istediğim gibi Cumhuriyet Gazetesinde Kültür-Sanat biriminde stjamı yaptım. Okulda verilen akademik bilgiler iyi bir gazeteci olmak için asla yetmiyor. Hatta bu bölümü okuyacaklara kesinlikle İstanbul'da ya da Ankara'da okumalarını tavsiye ederim. Stajım ise çok güzel geçti. Orada bana emek veren, mesleğim hakkında bir şeyler öğreten herkese minnettarım.
İnsan, son sınıfta geleceği hakkında daha da korkuyor. Gazetecilik okuyan biri başka ne yapabilir diye sorulan soruların cevabı bankacılığa kadar uzanıyor. Ama yapmayın! En azından bir süre herkes mücadele etmeli, sevdiği işi yapmalı. Basının durumu bu dönemlerde her ne kadar kötüyse de her zaman bir umut vardır.
Mücadele ve umut için denemeye değer.
29 Ocak 2016 Cuma
18 Haziran 2015 Perşembe
Bir Akdeniz Güzelliği Mersin
Haritanın güneyinde yer alan, her
mevsim ayrı güzel Mersin’de tarihi ve turistik yerleri kadar, sıcaklığı yüzüne
vurmuş insanlarına da mutlaka merhaba deyin.
Yolunuz Akdeniz’e
düşerse gitmeniz gereken illerden biri kesinlikle Mersin’dir. Antalya’nın hemen
yanı Adana’nın komşusu olan sıcaklığı ile meşhur, tantunisi ile de iştah açan
bu kent denizi ve doğal güzellikler ile misafirlerini bekliyor.
Türkiye’nin en
büyük liman kenti olan Mersin, ismini
Oğuz Türkmen beylerinden Mersin Bey’den almıştır. Bilinen en eski ismi
ise tarih kitaplarından sıklıkla hatırladığımız Kilikya devletinden geliyor.
Yaklaşık olarak bir buçuk milyondan fazla nüfusa sahip olan Mersin son
zamanlarda Suriye’deki savaştan dolayı oldukça göç almış olsa da şehrin genişliği tüm nüfusu içine almış gözüküyor.
Nisan’ın son
haftasında ziyaret ettiğimiz Mersin’de hava denize girebilecek kadar sıcaktı.
Oysaki aynı gün İstanbul ve birçok şehirde yağmur yağıyordu. Ulaşımın
kolay olmasına rağmen ilçeler arasındaki mesafeler dikkatimizden kaçmadı fakat
Mersin’in güzelliği bu ufak detayı göz ardı etti. Mersin’in merkezi ve marinası
oldukça güzel. Her otobüs durağında ve şehrin çeşitli yerlerinde yer alan
vitamin duraklarındaki meşrubatlar sıcaklardan bunalanlara bir çözüm önerisi
getirmiş gibi.
Cennet-cehennemSilifke - Narlıkuyu yakınlarında bulunan, doğal yollarla oluşmuş Cennet ve Cehennem mağaralarını görmeden Mersin’i gezdim diyemezsiniz ve tabi ki yine bu yol üzerinde bulunan Kız Kalesi’ni. Cennet ve Cehennem Mağaraları Kültür ve Turizm Bakanlığınca müze kapsamında olup ziyaretçilere açıktır. Cennet ve Cehennem mağarasının hemen yakınlarındaki Astım Mağarasını da unutmak olmaz ama biz oraya gidemedik. Yolumuz Cennet ve Cehennem Mağaralarına düştü.
Cennet mağarasında
merdivenlerin sonunda bizi Hellenistik dönemden kalma bir Zeus Tapınağı
karşıladı. Merdivenli yolun ise bu dönemden kaldığı sanılmaktadır.. Cennet
Mağarası ya da çöküğü yaklaşık 135 metre derinliğinde. Bu da bir çöküntü obruğu
olup, Miyosen döneminde oluşmuş sığ denizel kireçtaşı katmanları içinde karstik
süreçler sonucunda oluşmuştur. Mağaranın sonunda aslında görülmese de sesi
duyulan bir yer altı akarsuyu vardır. Bu akarsuyun sebebi ise karstik
süreçlerdir. Biz Cennet Mağarasının sonuna kadar gittik ve yaklaşık 450
merdiveni indik ardından çıktık. Cennet Mağarasına ulaşmak cennete ulaşmak gibi
yorucu ve bir o kadar da eğlenceli oldu.
Cehennem Mağarası
ise yaklaşık 110 m derinliğine sahiptir. Cennet Obruğu’nun oluşumuna yol açan
bir karstik yer altı akarsuyunun, yine açmış olduğu bir yer altı mağara sistemi
tavanını aşındırıp, çökmesi süreci sonucunda oluşmuştur. Oldukça ürkütücü bir
görüntüsü olan Cehennem mağarasına ulaşmak cennet kadar yorucu olmadı. En
azından 450 merdiven inip çıkmadık.
Tantuni, künefeEfsaneye göre bir zamanlar bölgede yaşayan kralın , çok sevdiği bir kızı varmış. Söylenceye göre bir falcı krala , kızının yılan sokarak öleceğini kehanetinde bulunmuş. Bunun üzerine Kral kızını koruyabilmek için denizin içinde bir kale yaptırmış. Aradan zaman geçmiş kız kalenin içinde büyümüş. Fakat efsaneye göre prenses için getirilen meyve sepetinin içinden çıkan yılan onu sokarak öldürmüş. Bu efsaneden geriye Erdemli de bulunan manzarasıyla görenleri büyüleyen Kız Kalesi kaldı. Kız kalesine balıkçı tekneleriyle rahatlıkla ulaşabilirsiniz.
24 Mayıs 2015 Pazar
Halkın içinde imza günü
İstanbul Beşiktaş Çarşı’da 24 Mayıs Cumartesi günü şair
ve yazar Tamer Dursun’un imza günü etkinliği düzenlendi. Halkın arasında
gerçekleşen bu imza günü hakkında Dursun “Sanatın,yaşamın ve kültürün sokakta
olması gerektiğine inanıyoruz. O yüzden halkımızla birlikte imza günü yapmak
istedik şu ana kadar bu işi yaptığımız için çok mutluyuz” dedi.
Yedi
kitap
Bu yıl içinde çıkardığı yedinci kitabı olan Hırpalanmış
Duygular Müzesi adlı denemesiyle halkın ilgini çeken Dursun bu ilginden oldkça
memnun olduğunu söyledi. Almanya’da yaşayan ve pedegog olarak çalışan Dursun,
birçok tiyatro grubunda oyun yazar, yönetmen ve oyuncu olarak çalışarak sanat
hayatına ismini yazdırdı.İki Sanatçı Bir Sergi
Usta-çırak ilişkisini tuvallerine yansıtan ardından aynı sergide
birleştiren Ali Atamaca ve Ayşen Karakaya’nın Dialoglar ismini verdiği sergi
sanatseverleri bekliyor.
İki sanatçı Ali Atmaca ve Ayşen Karakaya, Bodrum’da Atmaca’nın
kaleme aldığı roman üzerinden kurdukları dostluğu, atölyeye taşıdılar.
Dialoglar ismini verdikleri sergide iki sanatçının ayrı ayrı resimlerinin yanı
sıra aykırı üsluplarını tek bir tuvalde birleştirdikleri eserleri de yer
alıyor.
Dialoglar adlı serginin basın metninde şu ifadeler yer
alıyor: “Usta-çırak ilişkisi, sanatçıdan sanatçıya aktarılan bilgi, sanatın
kendini çoğaltmasını, bakış açılarının yeniden düzenlenmesini getirir. Bir
kuşağın temsilcisinden diğerine, sanatçıdan sanatçıya zarifçe aktarılan, farklı
kimliklerin, akılların, ruhların bir araya gelişiyle şekillenen bu diyaloğun
Galeri Teşvikiye’de bu sergiyle izleyicisiyle de kurulması bekleniyor” Sergi 6
Nisan- 31 Mayıs tarihleri arasında Galeri Teşvikiye’de meraklılarını bekliyor.
13 Nisan 2015 Pazartesi
Sokaktaki Şiir
Gezi
Direnişi’yle hayatımıza giren #şiirsokakta akımı Türkiye’de şiire olan ilgiye
başka bir boyut getirdi. Şiir gökyüzünün, denizin ve aslında mavinin hakim
olduğu her yerde karşımıza çıktı.
Sokakların köşe başında, telefon kulübelerinde, kaldırımlarda,
reklam panolarının üstünde, gri duvarlara titrek ellerle yazılmış dörtlükler
okur olduk. İstanbul’u kuşatan bu dörtlükler tüm ülkeyi kapladı. Turgut Uyar’ın
Durma Göğe Bakalım’ı, Nilgün Marmara’nı “Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna”
dizeleri, Cemal Süreyya’nın Üvercinka’daki en güzel sözleri: “Laleli'den
dünyaya doğru giden bir tramvaydayız. Birden nasıl oluyor sen yüreğimi
elliyorsun” yollarımıza çıkar oldu.
Sosyal medyada şiirsokakta hastag’ı belki de son
zamanların en önemli akımı oldu. İnsanlar yazdıkları dizeleri #şiirsokakta etiketiyle paylaştı ve bu
paylaşım sonu gelmeyen, kısmen unutulan o güzel şiirleri hatırlattı bize.
Instagramda #şiirsokaktaa hesabıyla paylaşımlarda
bulunun Nuhat Elçioğlu ile #şiirsokakta’yı ve sosyal medyada sık sık yer alan
şiirler üzerine konuştuk. Akımın başlangıcının 1 Haziran 2013 Gezi direnişi
sırasında Fransız Konsolosluğu’nda yazan ‘Şiir sokaktadır’ yazısı olduğunu
söyleyen Elçioğlu, akımın sahibinin kim olduğunu bilemediklerini,
#şiirsokakta’yı 4 Eylül 2013’te başladığını iddia edenlerin belgelerini
çürüttüklerini söyledi.
Nereden
geldi şiir?
Şiir sokakta akımı, Haziran 2013 Gezi Direnişi
sırasında “Defteri kapat şiir sokakta” dizeleriyle başladı ve bu dizeler akımın
ilk hafızalara kazınan sözleri oldu. Ardından Facebook’daki İkinci Yeni sayfası
4 Eylül 2013’de bir manifesto yayınlayarak #şiirsokakta'yı düzene koydu ve sonra gerisi
geldi. Şiir, sokak hayatımızın içine girdi.
Türkiye’de şiire olan ilginin azlığından dolayı bu
akımın çok önemli olduğunu belirten Elçioğlu “Takipçilerimiz sokaklara yazdığı
şiirleri bizlere gönderiyor bizde elimizde geldiğince paylaşmaya çalışıyoruz.
Aylardır her gün büyük bir keyif içinde 7 saatimizi akım için harcıyoruz. Bir
nevi akımla uyanıp, akımla uyuyoruz. Türkiye'de şiire olan ilgi çok az. Böyle
bir akım ile şiire destek olan herkese teşekkür etmek isteriz. Hiçbir kesimi
rahatsız etmeden sokaklara çıkıp şiir yazan yürekleri seviyoruz” dedi.
Defter
yok sokak var
#şiirsokaktaaa sayfasının İnstagram’da 275 bin,
Twitter’da ise 183 bin takipçisi bulunuyor. Takipçilerin beğeni sayısı
çoğaldıkça yeni takipçiler ve yeni paylaşımlar yapılıyor. Şiirlerini paylaşma
korkusu yaşayan çoğu genç şairlerin de bu akım ile korkuyu atlattığını ifade
eden Elçioğlu “Sloganda olduğu gibi defteri kapattık, sokağa çıktık, şiiri
sivilleştirdik” diyerek sözlerine devam ediyor: “Bazen şairlerin kendisine ait
olmayan şiirlerinde paylaşılıyor açıkçası bu durumdan memnun değilim” Şiir
sevgisinin onu bu işe sürdüğünü ve şiirden kopamadığı için #şiirsokakta’nın
hayatında önemli yeri oluğunu söyleyen Elçioğlu aynı zamanda Twitter’da Ahmed
Arif sayfasının da yöneticisi. Leylim Ley kitabında anlamıştık ki Arif’in o
muhteşem dizelerin sahibi Leyla Erbil’den başkası değildi. Elçioğlu, Leylim Ley
kitabı ile Arif’in tekrar hatırlandığını söyleyerek Twitter’daki Ahmed Arif
sayfasını gelecek aydan itibaren Arif’in oğlu Filinta Önal ile birlikte
yöneteceklerini sözlerine ekledi.
21 Mart 2015 Cumartesi
Iraklı Kadınların Anlatılmayan Öyküsü
İletişim yayınlarından 2009 yılında çıkan Iraklı Kadınların Anlatılmayan Öyküsü adlı kitap Irak'taki kadınların durumunu geniş bir tarihi perspektifle bize sunuyor. Yazar Nadja Sadig Al- Ali University of Exeter ve Arap-İslam Araştırmaları Enstitüsünde sosyal antropoloji dersi veren bir öğretim görevlisi. Kendi Iraklı kimliğini keşfetme sürecini de anlattığı kitabında 1948-2006 yılları arasında Irak'ta meydana gelen değişimleri kadınlar üzerinde ele alıyor.
Kitabının amacını Al-Ali şu şekilde anlatıyor: "Iraklı kadınların yaşam öyküleriyle deneyimlerini temel alarak bir ya da birden çok alternatif tarih inşa etmeye çalışıyor" 1948'den başlayarak 2006 yılına kadar Irak'ta birçok hükümet değişti ve savaşlar yaşandı. Farklı kimliklerden ve dinden insanların bir arada yaşadığı Irak zamanla birlikte değişimler yaşarken bu değişimlerin kadınlar üzerinde nasıl etki yarattığı kitapta anlatılıyor. Bu çalışması için yazar 100'den fazla Iraklı kadınla konuşup bir kısmının hikayesine kitabında yer verdi. Tarih sahnesi devamlı değişirken kadınların yaşama azmi her durumda ne olursa olsun yeniden başladığı ve iktidarların kadınlar üzerindeki politikaları akıcı bir dille okuyucuya sunuluyor.
Kadınlar ne yapmalı?
Kadınların ne yapması gerektiği nasıl davranıp nasıl davranmaması gerektiğinin bile iktidarlar tarafından çizildiğine ve bunların yaşama nasıl adapte edildiğine kitaptaki yaşanmış hatıralar gözler önüne seriyor. Erkeklerin dahi egemen sistemde nasıl olması gerektiğinin belirlendiği bir sistemin zalimliği insanı tedirgin ediyor "Baas döneminde Iraklı erkeklerin çoğunluğunun bıyıklı olmaları, yalnızca yönetime sadakatin ya da sadık görünmenin simgesi değildi, Iraklı kadınlar da erilliği, gücü ve iyi görünümü bıyık ile özdeşleştirmeye başlamıştı"
Özellikle Saddam döneminde yaşanan katliamlar, ölümler, kadınların iş yaşamından ev yaşamına geri gönderilişi hafızalardan unutulmaması gereken bir dönem. Benim geç fark ettiğim bu kitabı her gün bir kadının öldürüldüğü ülkemizde hepinizin okumasını tavsiye ederim.
Kitabının amacını Al-Ali şu şekilde anlatıyor: "Iraklı kadınların yaşam öyküleriyle deneyimlerini temel alarak bir ya da birden çok alternatif tarih inşa etmeye çalışıyor" 1948'den başlayarak 2006 yılına kadar Irak'ta birçok hükümet değişti ve savaşlar yaşandı. Farklı kimliklerden ve dinden insanların bir arada yaşadığı Irak zamanla birlikte değişimler yaşarken bu değişimlerin kadınlar üzerinde nasıl etki yarattığı kitapta anlatılıyor. Bu çalışması için yazar 100'den fazla Iraklı kadınla konuşup bir kısmının hikayesine kitabında yer verdi. Tarih sahnesi devamlı değişirken kadınların yaşama azmi her durumda ne olursa olsun yeniden başladığı ve iktidarların kadınlar üzerindeki politikaları akıcı bir dille okuyucuya sunuluyor.
Kadınlar ne yapmalı?
Kadınların ne yapması gerektiği nasıl davranıp nasıl davranmaması gerektiğinin bile iktidarlar tarafından çizildiğine ve bunların yaşama nasıl adapte edildiğine kitaptaki yaşanmış hatıralar gözler önüne seriyor. Erkeklerin dahi egemen sistemde nasıl olması gerektiğinin belirlendiği bir sistemin zalimliği insanı tedirgin ediyor "Baas döneminde Iraklı erkeklerin çoğunluğunun bıyıklı olmaları, yalnızca yönetime sadakatin ya da sadık görünmenin simgesi değildi, Iraklı kadınlar da erilliği, gücü ve iyi görünümü bıyık ile özdeşleştirmeye başlamıştı"
Özellikle Saddam döneminde yaşanan katliamlar, ölümler, kadınların iş yaşamından ev yaşamına geri gönderilişi hafızalardan unutulmaması gereken bir dönem. Benim geç fark ettiğim bu kitabı her gün bir kadının öldürüldüğü ülkemizde hepinizin okumasını tavsiye ederim.
15 Mart 2015 Pazar
Üniversite yanındaki köy: Kabaoğlu
28 haneli
köy olan Kabaoğlu köyü halkı bakkal, sağlık ocağı, okul gibi temel
ihtiyaçlardan yoksun. Geçimini tarım ve hayvancılıkla sağlayan köy sakinleri
ise yaşamlarından memnun gözüküyor.
Kocaeli
Üniversitesi’ne giderken üniversiteye varmadan önce ufak tefek köyler göze
çarpıyor. Üniversitenin yakınındaki köylerden biri olan Kabaoğlu köyünü ziyaret
etmek yola çıkıyoruz. Köyün girişinde karşılaştığımız Ali Kahraman, üniversite
hastanesinde görevli bir işçi. Köylerinin tarihini anlatmasını istediğimizde
Kahraman, büyüklerinden duyduklarını bize aktarıyor: “Burası eski bir Osmanlı
köyü. 100-150 yıl önce bizler gelmeden önce burada Rumlar varmış. Onlar
yakmışlar köyü öyle terk etmişler. Sonra bizim dedelerimiz gelmiş yerleşmiş.
Bende burada doğdum büyüdüm”
İsimsiz dede
‘Köyü
en güzel orada en çok yaşayan bilir’ diyerek Kabaoğlu köyünün en yaşlılarından
biri olan 1937 doğumlu bir dede ile sohbet ediyoruz. Yabancılara karşı temkinli
olan dede bize adını ve fotoğrafını vermek istemedi. “Önceden derlerdi Rumlar
vardı burada. Ben bilmem belki benden büyükler yaşasaydı bilirdi. Ufak yer
burası her yere ulaşım da kolay. Ya otobüse biner gidersin şehir merkezine ya
da kendi traktörünle gidersin. Yaşamak kolay !” diyen dede durumundan memnun
olduğunu söyleyerek konuşmasını bitirdi.
Kabaoğlu
köyünde ilkokul yok. Taşımalı eğitim ile çocuklar okula gidip geliyor. İçme
suyu şebekesi var ama kanalizasyon şebekesi yok. Sağlık ocağı, market ya da bakkalında
olmadığı köyde toplam 28 hane var. Köy
sakinlerinden İbrahim Azak ile konuşuyoruz. Azak’da diğer köy sakinleri gibi
hayatından memnun. Tarımın azaldığını, Kocaeli Üniversitesi kampüsunun buraya
taşındığından beri yönlerin açıldığını ve hareketlenmenin olduğunu söyleyen
Azak, üniversitenin iş imkanlarını da arttırdığını belirtti.
Ekmek parası
55
yaşındaki manav Nejdet Kocaman ile geçim kaynakları hakkında bir dut ağacının
altında sohbet ediyoruz. Kocaman, artık
seracılığın yaygın olduğunu söylüyor ve bunun nedenini yakınlarında açılan çöp
fabrikasına bağlıyor. “Toprağa ektiğimiz zaman güneşte yanıyor ekinler. Önceden
daha güzeldi. Artık çöp fabrikasından
dolayı ağaçlar bile büyümüyor. 10 yıl öncesindeki verimle şimdiki aynı değil”
diyen Kocaman küçükbaş hayvancılığın köyde yaygın olduğunu ifade etti.
Kocaeli
Üniversitesi Umuttepe yerleşkesi yolunda bahar ayı itibariyle meyve satan Kabaoğlu
köyü sakini yaşlı teyze ve amcalar ile karşılaşılır. Köyden ayrılırken erik
satan teyze ile karşılaşıyoruz. Günlük satışından memnun olan teyze bize de
eriklerinden ikram edip yoluna devam ediyor. Bir üniversite yanında kurulu olan
ama içinde ufak bir bakkalı bile olmayan Kabaoğlu köyüne eriklerimizi yiyerek
veda ediyoruz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)