19 Kasım 2017 Pazar

Söylesene Martin Noktalar İşe Yarar mı?

Jack London'un en önemli eserlerinden biri olan Martin Eden hayatımın en önemli kararında yanı başımdaydı. Beyaz yakalı hayatından bunalmış ne yapacağımı bilemez vaziyette geçen günlerimin sonu gelmiyordu. Ahmed Arif hasretinten prangaları eskitirken ben de bir yerde yaşamımdaki prangalarla boğuşuyordum. Bu böyle gitmez diye diye serzenişlerimin bile sonu geldi ama o mutlak boğucu hayatın sonu gelmedi. Yazmak yazarak hayat geçindirme derdindeyken geldiğim noktayı buralara günlerce yazsam bitecek gibi değildi.

Bu yazı aslında 2017'nin benim için nasıl geçtiğinin yazısıdır. Yarım bıraktığım her şey bir şekilde bu yıl tekrar karşıma çıktı. Bir yerde yarım bıraktığım ne varsa insanlar, kitaplar, filmler hepsi tek tek karşıma geçip "Beni nasıl unuttun?" dedi. Haklılardı. Yarım bırakmak nasılmış biliyor musunuz? Yırttığın ve kullanmadığın bir sayfada artık yazacak yer kalmadığı için o yırtılmış sayfaya bakıp iç geçirmek. Yarım saniyede içten geçen bunu niye yırttım hissi.

Sonra günler o kadar çok geçmiş ki tam bir yılımı bir işe harcadığım için ödülüm olan on günlük tatile gittim. Kalıcı ve yerinde karar vermem için Türkiye'nin bir ucuna gidip doğayla karşıklıklı bakışmamız gerekiyormuş. Hayatın döngüsünde aslında bir hiç olduğunu hatırlaman, zamanın senin sandığın kadar geçmediğini ya da geçtiğini bunun gibi şeylerle dolman. Hayatla ilgili önemli  düşüncelerle oturup konuşmak gerekiyormuş.

Bu sırada hayallerini benim gibi hatırlayan ve harekete geçen biri daha vardı hayatımda. Martin Eden! Gemilerde çalışan hayatını denizlere ve dalgaların gelişine göre hareket ettiren Martin. Sonra ona da bir şeyler oldu. Adı Ruth olan aristokrat bir aileden gelen üniversiteli bir kız girdi hayatına ve o zaman bir hayale tutundu. Onun hayali hayatının sonunu hazırladı. Asıl mesele benim için hayallerine giden yoldan asla vazgeçmemesi oldu. Belki bir roman karakteriydi Martin ama o vazgeçmeyişindeki inatta bir zamanlar olduğum insanı hatırladım. İnsan nasıl vazgeçerdi? Nasıl yarım bırakıp hiç olmamış gibi devam edebilirdi ki hayata?

Yıllar önce eski bir arkadaşımın yazdığı bir not aklıma geldi tüm bunlar olurken. O zamanlar 16 yaşındayken çok etkilenmiştim. Tıpkı 22 yaşında ilk istifa kararı aldığım zaman tekrar o cümleyi okurken etkilendiğim gibi.

"Garanti arayışlarıyla zincirlenmiş bir köle olarak yaşarken, bedelini; özgürlüğünü kaybederek öder insan, sadece; riski göze alabilen özgürdür."

Tüm riskleri göze alarak istediğim şeyleri yapmak için yaptığım işe bir nokta koydum. Daha güçlü bir cümleye başlamak için kuvvetli bir nokta aciz bir virgülden daha iyidir. Bitirilmeyen sonu gelmeyen her serzeniş, her söylenme bir virgül. Virgüllerle bir kitap yazılmaz. Bir diğer bölüme geçmek için sağlam nokta koymak gerekli. Nokta bazen kurtuluş.




24 Haziran 2017 Cumartesi

Hayatı Yol Olan Kadınlar

Geçtiğimiz günlerde düzenlenen Kadıköy Kitap Fuarı'nda ben de vardım! İnsanın içini mutlulukla dolduran, denizin mavisiyle umut veren, tarihiyle geçmişe götüren Kadıköy'de geçmiş ve geleceğin harflere dökülmüş hali olan canım kitaplar vardı.Bir sürü harfler bir sürü cümleler, bir sürü kelimeler.Bir sürü hikaye vardı orada.

Bu sefer kitaptan çok dergi aldım. Birkaç yere gidince ya okuduklarından kesiyor insan ya da gittiklerinden. Bilim ve Gelecek dergisinin eski bir kaç sayısını Thomas More'un Utopyasını ve Fred Uhlman'ın Kavuşmak adlı kitabını aldım. Açıkçası Bilim ve Gelecek dergisini sadece duymuş, okumamış biri olarak büyük bir eksikliğimi kapatmış oldum. Bilime dair geleceğe dair o kadar güzel yazılar, makaleleri okudum ki yeni sayılarını düzenli bir şekilde almayı düşünüyorum

Bugün beni bu yazıyı yazmaya iten ilk sebep Bilim ve Gelecek Eylül 2015 sayısına ait  Kadın Gezginler-Atlasta Dişi Ayak İzleri dosyası. Bu yazılarda çok güzel kadınlar tanıdım. Hepsini birazdan anlatacağım. İstiyorum ki onlar evrende daha çok yazılsın. Daha çok konuşulsun. Bizim böyle kadınlara ihtiyacımız var. Gerektiğinde ya da gerekmediğinde sadece kendi için dünyayı karşısına, dünyayı yanına alıp gidecek kadınlar evrenimizin umudu olacak. Onlara bakıp "işte yapabiliriz" diyebiliriz belki. Diyebilmeliyiz.

İkinci sebep ise  "Sıradan bir insanın, her şeyi yapabilme yetisine sahip olduğunu düşünmek istiyorum" deyip dört deve ve bir köpekle 1977'de 3200 kilometrelik çölü aşıp Avustalya'nın batı sahillerine giden Robyn Davidson'un hayatını konu alan Çöldeki İzler filmini izlemem oldu. Hayatın anlamsızlığı karşısında yaşıtlarının bitmek bilmez isteklerinden bıkıp dünyada anlam aramaya çıkan bu çılgın kadının hayatı ile bu aralar okuduğum diğer kadınlar aynı yerde yazmak istedim. Kaderleri yol olan insanları bir arada tutmak istedim. Onları bir arada görünce başarabilmeye olan inancımız artsın istedim. 

Dünyanın çevresini dolaşan ilk kadın: Jean Baret

Yıl 1699. Fransız hükümeti bir grup doğa bilimciyi dünyanın çevresinde keşif yolculuğu yapması için görevlendirir.O dönem kadınların böyle bir yolculuk yapması yasak olduğu için Jean Baret, denizci Bougainulle'nin uşağı olarak erkek kılığında yolculuğa dahil olur. Bir buçuk yıl sonra Baret'ın kadın olmadığı anlaşılır ama sefer çok ilerlemiştir. Baret cezalandırılmak yerine 1795 yılında Krailiyet Donanması tarafından 200 livrelik emekli maaşı bağlanır.

Kraliyet Coğrafya Topluluğu'nun İlk Kadın Üyesi: İsabella Bird

19.yüzyıla damgasına vuran bir kadındır İsabella Bird. Gezdiği yerlerin ardından kitaplar yazarak gezginlere önemli bir kaynak olmuştur. Kendinden önceki bütün üyeleri erkek olan İngiliz Kraliyet Coğrafya Topluluğu'na seçilmiştir Bird'un 1890 yılında yolu Bitlis'e de düşmüş ve kitabında Bitlis'in etnik nüfusu bu nüfusun birbiriyle etkileşimlerini aktarmıştır.

Batı Afrika'da Üç Kadın: Alexandrine Tinne, annesi Henriette ve teyzesi Adriana

Alexandirine 22 yaşındayken annesi ile birlikte Nil bölgesine doğru yola çıkar. Sudan gezisinde yola teyze Adriana'da katılır. Batı Afrika'ya dair önemli bilgiler edinen ekibin başına şanssızlıklar gelir. Sivrisinek saldırıları, şiddetli yağmur ve fırtınalar anne Henriette'yi çok etkiler. Henriette'nin o dönem kaleme aldığı bilgiler, çizimler literatüre 24 yeni bilgi  kazandırır. Yolda annesini ve teyzesin kaybeden Alexandrine eve dönmemeye yemin eder ve gezilerini sürdürür. 

Phileas Fogg'ın rekorunu kıran kadın: Nellie Bly

80 günde dünyanın çevresini dolaşan Jules Verne'in Phileas Fogg karakterinin rekoru kırıp yolda Jules Verne ile tanışan bir kadın Nellie Bly. Yoksul işçi kadınlarının haberleriyle adını duyuran Bly hayatı boyunca yoksul ve ezilenlerin tarafında durur. 72 gün, 6 saat 11 dakikada dünyanın çevresini dolaşır.  Hayatı boyunca yazar ve gezer.

Annie Edson Taylor: Niegara Şelalesi'nden varille atlayan ilk kadın

Eşinin Amerika İç Savaşında ölmesi ile parasız kalan Taylor daha önce kimsenin yapamadığı bir şey yaparak şöhret ve ün elde etmek ister. Bunun için aklına Niegara Şelalesinden varille atlama fikri gelir çünkü bunu daha önce yapan kimse olmamıştır. İlk defa bu atlayışı gerçekleştiren kadın olur Taylor ama istediği ünü ve şöhreti elde edemez. 

Kadınların Oy Hakkı İçin Dağların Zirvesinde: Fanny Bullock Workman

Eşi William Hunter Workman ile birlikte uzun geziler ve tırmanışlar gerçekleştiren Fanny kadınlara oy hakkın tanınması için 1913'de Himalayalar'da "Kadınlara Oy Hakkı" yazılı gazete sayfasını elinde tutarken fotoğraf vermiştir. Ayrıca Funny, bir dağcı olarak 1906 yılında o güne kadar bir kadının ulaştığı en yüksek noktaya 23.300 fite tırmanmıştır. Rekoru 1934'e kadar kırılamaz.

45 yaşında yola koyulan kadın: İda Laura Preiffer

Eşinin vefatının ardından kalan mirası ile dünyaya açılan İda, tek başına 22 Mart 1842'de 45 yaşında Viyana'dan İstanbul'a gitmek için Tuna Nehri'ne yelken açar. Rio'dan Afrikaya'ya, Rusya'ya kadar pek çok yere gidern İda, Sumatra'da hiç bir Avrupalıyı daha önce kabul etmeyen yamyam Batak halkı ile zaman geçirir. Kadın olduğu için Londra Coğrafya Topluluğu'na üye olamayan İda dünyanın etrafını iki kere dolaşır ve o zamanlar Avrupa'da yanlış bilinen coğrafi bilgilerin düzelmesine yardımcı olur.


12 Nisan 2017 Çarşamba

Baharlık Erzak Alışverişi

Sizlere bu yazımda hayatımda ilk defa yaptığım internet alışverişinden bahsedeceğim. Kitaplarımı gidip kitapçıdan dokunarak, kitapların kokusunu içime çekerek alırdım ama bu sefer bir değişikliğe gitmek zorunda kaldım.

Ülkemizde kitap okuma oranlarının hali ortada. Bunu hemen "aman vatandaş okumuyor, cahil" diye bağlamayı yanlış buluyorum çünkü vatandaşın okuyamamasının bir nedeni de kitapların pahalılığı. Kitapların neden pahalı olduğuna dair eminim herkesin bir fikri vardır. Bu fikirler değilde olan şey beni daha çok ilgilendiriyor: Kitap ücretleri.

Aldım elime listeyi bu yıl okumak istediğim kitapları yazdım. Bunları yazdıktan sonra karşıma İdefix'in bahar kampanyası çıktı. Evren işte bir şekilde yazdıklarını, konuştuklarını, düşündüklerini karşına çıkarıyor. İşten dolayı okuma oranımı düşündüm ve haziran ayına kadar okuyacaklarımı yazdım.

İdefix'in bazı yayınevlerinde yüzde yetmiş beşe varan indirimi mevcut. 3 yıl boyunca Kocaeli Kitap Fuarına giden biri olarak internetteki fiyatları çok uygun buldum. İşte bunlar da baharlık erzakım. 

Bu yıl klasik edebiyata döneceğim bir yıl olacak. Klasiklerin o yüzyıllar geçse de geçmeyen büyüsüne kapıldım. İdefix 2 gün içinde sorunsuz bir şekilde kargoyu elime ulaştırdı. Bahar indirimi bitmeden buralara da not bırakmak istedim. Belki sizde bir değişikliğe gitmek istersiniz?

16 Mart 2017 Perşembe

Deliler Dünyasındaki Çöp

Deliler dünyası... Tarih bizleri yazmaya başlarsa giriş cümlesi böyle bir şey olacak. Delilerin hüküm sürdüğü, her yerin çöp olduğu temiz kalan yerlerin giderek yok olduğu bir dünya.


Zaman biz çocukken akıp geçti. Akıp geçen yıllara dair duyduklarımız çok acıydı. Sandık ki geride kaldı o günler. Kötü günler geride kalır çünkü. Çoğunlukla ilk hayat deneyimimiz böyledir. Birden bir şey oldu hepimize. Acayip siyaset konuşur olduk mesela. Direndik ve direndikçe birleşeceğimize inandık. Kalabalık olduk. Kalabalıkta bağırdık. Bağırdıkça yakınlaştık. "Tüm dünya karşı çıksa da biz birlikte olursak belki yeneriz" dedik. Eğlenebiliriz çocukluğumuzdaki gibi. Delirmeyiz hepimiz çok. Sabahlara kadar dans ederiz belki. Dans ederken akşamlara kadar güleriz. Gülerek dans ederiz. Gülmekten ağrır karnımız.

Öldük. Direnmenin en kötü yanı eksilmek oldu. Adını bilmediğimiz, sonradan öğrendiğimiz isimleri tek tek uğurladık. Bir fotoğraf taşıdık önce. İlk fotoğraflar siyah beyazdı. Sonra kim gelip tuttuysa o fotoğrafı o da fotoğraf oldu. Koca koca harflerle taşıdık yine fotoğrafları: "Unutulmayacaksınız" yazdık.  Dans edip, şarkı söylemek isterken adım adım delirmenin eşiğine gidildiği bir dönemde en yakınlarımıza sarılır olduk. Çünkü kalabalıkta öğrenilen ilk kuraldır: En yakınındakine sıkı sıkı sarıl ki bir dağılma anında tek başına kalma.

Geçen haberleri açtım. Yine seçimler yine birbirine müthiş kızan adamlar ve kadınlar. O kadar kızarak konuşuyorlar ki kıpkırmızı olmuşlar. Anayasa diyor sonra terbiyesiz diye ekliyor. Anayasa ve terbiyeli olup olmama hali aynı cümlede geçecek kadar mı kaybolduk dünyada? Yaptığımız tercihlerin bizden sonraki kuşakların belası ya da kurtarıcısı olma fikri çok korkunç. Konuşamayan insanların yaptıkları tercih, yazdıkları yazılar hepsi ama hepsi çöp gibi. Karışık ve pis kokan bir çöpten ne bekliyoruz? Biz çöpe ne ara benzedik?

Yitip gidenler daha şanslı geliyor artık bana. Bir çöpte değiller en azından. Çöpü temizlemek istesek o kadar az kişi kaldık ki temizleyemiyoruz. Temizlediğimiz yere diğer çöpler geliyor. Emekle temizlenen yerler yine çöp oluyor. Dünya, delirmiş koca bir çöp. En kötüsü de o çöpten başka gidecek yer yok. Ya hep birlikte ya da yalnız kalacağız. Bir gün biz delirmeden kalırsak, eksilmezsek daha fazla temiz kalan yerler çoğalır diyorum. Temizlik çöpü yener. Herkes ferah bir nefes alır. Temiz, çöpsüz kocaman bir dünya. Umudu bile güzel.

26 Aralık 2016 Pazartesi

Küllerinden Bilim Doğan Kadın: Hypatia

Bin altı yüz kırk yıl önce bir kadın doğdu. Hayatını matematikçi, astoronom ve filozof olarak geçirdi. Bilime inandı. Bilime inanmayanlar ona  şeytan dedi. Öldürdüler. Onun ölümü binlerce insanı bilim ışığında yeniden var etti.  

Güzelliği, zekası ve zarafetiyle bu dünyaya gözünü açtı. Her şey olağanca karışıklığında iken O sadece öğrenmek ve anlatmak istedi. Gökyüzünü çok sevdi. Çok sevdiğini en çok merak etti. Zamanla gökyüzü en büyük tutkularından biri oldu. Mavi gökyüzünün sırrına vakıf olabilmek ona göre hayattaki varlık nedenlerinden biriydi. O öldükten sonra merak ettiği yıldızlar, evren, varoluş hakkında birçok yanıt bulundu. Yanıtlar devamlı değişti, sabit kaldı, yenileri eklendi ama soruyu ilk soran olarak bilim tarihine adını yazdırdı.



Platon Okulu

Kimden bahsettiğimi merak ediyorsunuz. Bende bahsettiğim kadınla henüz yeni tanıştım. Adı Hypatia. İskenderiye kütüphanesinin son görevlilerinden felsefe filozofu aynı zamanda matematikçi ve astronumdur. 370 yılında doğdu. Dönemin ünlü matematikçisi Theon’un kızıdır. Annesi hakkında tarih kayıtları elimize bir bilgi verebilmiş değil. İskenderiye kütüphanesinde Platon okulunda dersler verdi. Öğrencileri İskenderiye’nin küçük bir kesitidir. Musevi, Pagan ve Hristiyan öğrencilerine bilimi, evreni, sorular sormayı anlatır. Öğrencileri arasında İskenderiye valisi olacak olan Orestes ve Ptolemais’in de psikoposu olacak olan Synesius'a da vardır.

Dünyada insanlar var olup bir tarih yazmaya başladığı günden beri tarihte insanların kanıyla sulanmamış tek bir dönem yok. İnsanların kanı toprakları sularken kadınların kanı, onları öldürenlerin elinde kaldı her zaman. Yere bile dökülmesine fırsat verilmediği zamanlar oldu.

Şeytan Kadın

Hypatia doğayı; mantık, matematik ve deney ile açıklamaya çalıştı. Doğayı, Tanrılarıyla açıklamak isteyenler oldu. Hristiyanlık kentte yaygınlaştığı dönemde  Piskopos Cyril, Hypatia'yı hedef göstererek İncil'den yaptığı alıntılar ile halkı kışkırttı ve Hypatia, halk tarafından dinsiz ve şeytan olarak nitelendirildi. “Neye inanıyorsun?” diye sordular ona. Tek bir yanıt verdi: “Ben felsefeye inanırım." Ona en çok da var olan hükümete danışmanlık yaptığı için sinirlendiler. En nihayetinde O bir kadındı ve kadınlar Tanrılara inananlar tarafından sevilmezdi.

Bir de aşk var. Hypatia’ya dönemin valisi Orestas, Hypatia’dan ders aldığı dönemler aşıktır bu güzel kadına. Hayatın işine aşk karıştığı zaman tüm yanlışlar ve doğrular yön değiştirir. Hypatia ve en çok da Orestas içinde için öyle oldu. Orestas’ın aşkı her zaman karşılıksız kaldı. Zaten aşkın çift kişilik yaşandığı ender hikayeler vardır. Olsa da sonu kötü bitmiştir.


Savrulan Bilim

 Socrates Scholasticus'un 439'da şöyle yazar Hypatia’nın ölümü için;

 "Hypatia'nın sık sık Vali Orestus ile görüşmesi Hristiyanların hoşuna gitmiyordu. Hypatia'nın, Vali Orestus ile Piskopos Cyril'in uzlaşmasını engellemeye çalıştığı düşünülüyordu. Böyle düşünen bir grup bağnaz, Peter adındaki çete liderleri ile birlikte Hypatia'nın evinin önünde pusuya yattılar ve onu beklemeye başladılar. Hypatia eve geldiğinde ise onu kaçırıp Caesareum adındaki bir kiliseye götürdükten sonra tamamen soydular. Ardından onu taşlayarak öldürdüler. Daha sonra Hypatia'nın parçalanmış bedenini alıp Cinaron adındaki bir yerde yaktılar."

Filmde Hypatia’yı Rachel Weisz hayat veriyor.
8 Mart 415’de bir bahar günü henüz kırk yaşındayken Hypatia öldürüldü. Ardından yakıldı. Külleri savruldu dünyanın dört bir tarafına. Hypatia’dan sonra bilime, doğaya, evrene inanan milyonlarca insan doğdu. Hypatia’nın gök cisimlerinin sınıflandırılmasında, hidrometrenin bulunmasında, sıvıların yoğunluk derecesinin belirlenmesinde ve daha birçok konuda bilime etkisi oldu. Günümüze eserleri onu şeytan olarak suçlayanlardan dolayı ulaşamadı. Çalışmaları kaldı bilim tarihine.

Yaşam güzelliği

Bin altı yüz kırk yıl geçti aradan. Kadınlar hala dünyada tecavüze, şiddete, ölüme maruz kalıyor.  Ne kadar çok öldüyse kadınlar bir sonraki kuşak daha çok direndi daha çok isyan etti ‘Ölmeyelim’ diye.

Belki binlerce yıl sonra her şey ve herkes özgür olduğu zaman kadınlar sadece kendilerine biçilen zaman bittiğinde gider bu dünyadan. Kendi istekleriyle, dilediği gibi bir dünyada yaşadıktan sonra. Doğum ile başlayan hayat kendiliğinde bittikten sonra.

Hyaptia’nın hayatını konu alan Agoro filmini anlattığım her şeyi anlatıyor. İçinden geçtiğimiz şu zamanlar içimize işlese de devam eden hayatta tutunacak umutlarımız olsun diye küllerinden bilim doğan bu kadını tanıyın istedim. İçimize acılar işlerken bir tarafta yaşamak var olsun diye.


16 Aralık 2016 Cuma

Plaza Hayatı Güncesi

Her gün bir ülkede veyahut bir ilde haber yapacağım diye yola çıkıp plaza hayatına saplanmış biri olarak tamamen kişisel bir yazı yazacağım.

Birkaç yıl önce öğrenciyken plazada çalışan insanların hayatı ile ilgili yazılanlara güler bu da hayat mı der geçerdim. Başıma ve hayatıma ne olacağını bilmiyordum tabi ki. Vur patlasın çal oynasın günlerimin ardından sabah karanlığı ile çıkıp gelip akşam karanlığı ile eve geri geldiğim bir işteyim. Geçen günlerde telefonuma bir bildirim düştü işssizlik oranları ile ilgili. İş bulamayan arkadaşlarımı da düşününce belki dedim şu an daha iyidir her şeyin böyle olması. İşi bir kenara bırakıyorum çünkü aslında işimi seviyorum ama sevmediğim bir hayat var ortada. Daha doğrusu sistem.

Her gün bir kere otobüslerdeki geçirdiğim bir kırk dakika ömrümdeki bir yıla eş değer. Otobüs bazen değil her gün o kadar dolu oluyor ki kendi ineceğim durakta değil bir sonraki duraklarda iniyorum. Nerede boşalırsa... Otobüs sonrası tüm plaza halkı sakinlerimizin ellerinde Starbucks bardakları ile bir yerlere yetişiyor. Hayır neden Starbuck falan o kısmı geçtim ama bir çoğunun aldığı maaş belli iken her gün Starbuckdan kahve almak sizce de biraz show değil mi?


Tüm dünyadaki eğitim sistemine hakim değilim ama hakim olduğum bir sistem varsa Türkiye Cumhuriye Eğitim Sistemi.  Ey sevgili okuyucum 16 yıl okuduktan sonra tıp ve öğretmenlik dışında okuduğunuz bölümün hiç bir karşılığı iş hayatında yok. Çok acı belki de ama durumun bu şekilde olduğunu staj yaptığım zamanlar anlamıştım. Okulda biz Gramsci'ydi Adorno'ydu Benjamin'di öğrenelim ama çalıştığımız zaman bunların karşılığı koca bir sıfır olsun. Bu anlattıklarım plaza hayatımdaki her gün geçen isyan etme kısmı.

Şimdi gençliğimizi kullanıp çalışma zamanı. Hep çalışmalıyız. Çok çalışmalıyız. Ne demek dünyayı gezme. Gezme artık çok eskiden kaldı. "hmmm demek Amerikada", "Zaten gezgin olmakta biraz evsiz kalmak"... Bu kısım da her gün dünyanın çeşitli yerlerinden fotoğrafları görüp, yurt dışında yaşayan arkadaşlarımı gördüğüm zamanki hissiyatım. Oysa ki gezip, devamlı yolda olma haline kendimi bildim bileli razıydım. O yolda olma hali benimdi. Benim hayalimdi.

Şimdi öğle yemeğine çıkacağım. Muhtemel yemekten sonra çayımı içip hayatıma devam edeceğim. Şimdilik bu kadar.

Hayatta karşılığı olan her şey sizi bulsun.





15 Aralık 2016 Perşembe

Memleketin Gazozunu Sevdik

Her gün biraz daha öldüğümüz, her yeri ölüm kaplayan bu memlekette yaşamak isteyenler için bir durak olmalı. Yaşadığımızı hissettiğimiz bir durak. Sanattan, edebiyattan ve yaşamdan konuştuğumuz küçük bir durak. O durağa sığdırdığımız küçük anda bir hayatın umudu olmalı. O umut yaşatmalı bizi.

Türkiye'nin farklı yerlerinde üretilen gazozların buluştuğu Taksim'deki Avam Kahvesi memleketin gazozuna sevdalı insanlar için bir dinlenme yeri olabilir. En azından benim için tek derdimin "Hangi gazozunu içsek? "Bak Safranbolu var mesela", "Urfa'nın ne gazosu var ki" diye illerden, o illerde geçen mutluluklardan, oraya ait ne varsa muhabbet eylediğimiz bir yer.

Akşama doğru çalan şarkılarıyla beraber umut saçan  Avam Kahvesi şu aralar en sevdiğim dinlenme durağım. Yaşamak hepimizin hakkı.

Yaşamak umudu ile.